“Bütün Müslümanların, tıpkı köpekler gibi, ortak nitelikleri vardır. Köpek, kedi gibi bir hayvan değildir, her ne kadar her iki cinsin çeşitli türleri bulunsa da…
Aşırı bir Hıristiyan, cennet bahçelerinin var olduğuna inanır. Aşırı bir Müslüman ise, binalara saldırı uçuşları yapar. Yani arada büyük bir fark vardır. Müslümanların da tıpkı Naziler gibi gündemlerinde küresel cihat bulunmaktadır… Müslümanlar, bizim hayatımıza karşı küresel tehdit oluşturmaktadırlar… Milyonlarca kişinin karşı olduğu şey, Müslümanların kara suratları değil İslâm’ın kara kalbidir…”
Will Cummins
Sunday Telegraph
(25 Temmuz 2004)
1993 yılında, tartışmalı “Medeniyetler Çatışması” isimli makalenin Harwardlı siyaset uzmanı Samuel Huntington tarafından “Foreign Affairs”te yayınlaması;1 yine hemen hemen aynı dönemde Amerikalı tarihçilerden Bernard Lewis’in “Orta Doğu”2 isimli eserini kaleme alması; Japon asıllı Amerikalı sosyal bilimci Françis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” teorisi ve bir çok Amerikalı uzmanın Orta Doğu’ya yönelmesi; Amerikalı akademisyenlerin, ABD’nin yeni “Doğu Politikası”nın içeriği hakkında ipuçları vermesi bakımından önemli olmuştur.
Gerek Huntington’ın gerekse Fukuyama’nın, hattâ Lewis’in ve diğer Amerikalı uzmanların yaklaşımları, ABD/Batı için yeni bir öteki kavramının yaratılmasındaki ön düşünü ve belki de önemli bir boşluğu doldurmaya yaramıştır. Söz konusu uzmanların öngörüleri, Batı’nın kendine ve dünya kamuoyuna yıllarca en büyük tehdit algılaması olarak enjekte ettiği Komünizmin (yani eski ötekinin) etkinliğini yitirmesinden sonra, yeni tehdidi /öteki’yi yani Haç’a karşı Hilâl’i sunması düşündürücü olsa da dünya siyasî tarihi bakımından şaşırtıcı olmamıştır.
“İslâm” Batı’nın yeni ötekisini oluşturmuştur. 11 Eylül olaylarının sıcaklığında ABD Başkanı George W. Bush’un “Haçlı Seferi” terimini kullanması, yüzlerce yıllık tarihî olayı bir anda yeni milenyuma, yani 21. yüzyıla taşımıştır. Bush’un konuşmasından sonra gelen protestolar üzerine dilenen özürler,3 Batı ile Doğu arasında -bir zamanlar yaşanan- derin yarayı kapatmaya yetmemiştir.
Bütün bunlar “Daha Büyük Orta Doğu Projesi” içerisindeki Orta Doğu’yu veya daha geniş açılımıyla Avrasya coğrafyasındaki maddî zenginlikleri sahiplenme ve kontrol etme isteğine yönelik eylem plânının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Samuel Huntington, bu durumu 1993 yılındaki söz konusu makalesinde bir cümle ile açık bir şekilde ortaya koymuştur:4 “Gücünün zirvesindeki Batı, dünyayı biçimlendirmek için giderek daha çok arzuya, isteğe ve kaynaklara sahip olan Batılı olmayanlarla karşı karşıya geliyor.”
Georgetown Üniversitesi Walsh Okulu Dış İlişkiler Servisi Müslüman-Hıristiyan İlişkileri Merkezi kurucusu olan, International Herald Tribune, The Wall Street Journal ve The Middle East Journal gibi gazetelerin ‘Amerika Birleşik Devletleri’nin en etkili İslam araştırmacısı’ olarak nitelendirdiği John L. Esposito, “Kutsal Olmayan Savaş: İslâm mcı Terör” isimli eserinde yeni yüzyılın değerlendirmesini: “21. yüzyıla, iki büyük ve hızla büyüyen dünya dini olan Hıristiyanlığın ve İslamın, küresel anlamda karşı karşıya gelmesi ve küreselleşme güçlerinin Batı ve geri kalanlar arasındaki ilişkileri germesi egemen olacaktır.” şeklinde yapmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra, Avrasya coğrafyasına fiilî olarak Birinci ABD – Irak Savaşı ile adım atan ABD, savaşa paralel olarak aynı dönemde Orta Doğu ile ilgili Amerikan dış politikasını, “Dış Politikada Kamuoyu Oluşturma” ilkesinden hareketle değişik araçlar kullanarak aktif bir şekilde uygulamaya koymuştur.
Amerikan yönetimi, Avrasya’da uygulama sahasına koyduğu hâkimiyet projesinde, bir taraftan bilim adamlarından yararlanırken diğer taraftan gerek kendi gerekse dünya kamuoyunu Amerikan saflarına çekmek için edebiyattan sanata bir çok alanı -dış politikasını sorunsuz yürütme bağlamında- kendi tarafına çekmek için ustaca kullanmış ve kullanmaya devam etmektedir.
1991 yılı Birinci ABD –Irak Savaşı sırasında CNN adlı televizyon kuruluşunun yayınları ve 2003 yılı İkinci ABD– Irak Savaşı öncesi ve sonrası dahil olmak üzere kullandığı kitle iletişim ve çeşitli görsel araçlar, Amerikan yönetiminin faydalandığı en önemli propaganda malzemeleri olmuştur. Öyle ki, 1991 yılında ABD’nin İngiltere ile birlikte Irak’a yönelik gerçekleştirdiği birinci işgal hareketi, gerçekte 150 bin Iraklı askerin öldüğü, 200 bin Iraklı askerin yaralandığı, 50 bin civarında sivilin hayatını kaybettiği veya yaralandığı savaş olarak tarihteki yerini alırken; New York Times gibi Amerikan gazetelerinde ve CNN gibi televizyonlarda, kanın sıçramadığı temiz bir savaş olarak sunulurken; savaş sırasında ölü ve yaralılara, yakılan – yıkılan, hattâ yerle bir olan şehirlere ait görüntüler verilmemiş; Savaş, CNN ekranlarından âdeta bir video oyunu şeklinde sunulmuştur5.
1991’i takip eden 10 yılda Amerikan yönetimi, özellikle görsel alanda kamuoyunu, 2001 yılı 11 Eylül olaylarına ve sonrası Avrasya operasyonlarına, özellikle Hollywood mekanizmasıyla hazırlamaya çalışmıştır.
11 Eylül’ün hemen öncesinde Amerikan milliyetçilik duygularını perçinleyen “Pearl Harbour”un ABD Savunma Bakanlığı’nın desteğiyle yeniden çekilmesi, akabinde ABD’nin Afganistan’ı işgali; bu işgalin hemen sonrası ve Irak’ı işgali öncesinde yine ABD Savunma Bakanlığı desteği ile “Black Hawk Down / Kara Şahin Düştü” ve “We Were Soldiers/ Bir Zamanlar Askerdik” adlı Amerikan milliyetçilik hislerini zirveye taşıyan büyük yapımların, Amerika ve dünya kamuoyuna sinema sahnelerinden yansıtılması, “Büyük Orta Doğu Projesi”nin Hollywood ayağını gözler önüne sermesi bakımından düşündürücü olmuştur. Özellikle son dönemde gösterime giren, başrollerini Tobey Magiure ve Kirsten Duns’ın oynadığı “Spider – Man” (Örümcek Adam)’de artık komedi olarak nitelendirilebilecek Amerikan milliyetçiliğini işleyen kareler, uç noktaya gelmiştir. Filmde, Örümcek Adam rolüyle bir üniversite öğrencisini canlandıran Tobey Magiure (filmdeki adıyla Peter Parker)’ın, halasını ziyaret için gittiği mahallede bütün evlerin kapılarına Amerikan bayraklarının asılmış olması, Hollywood’un özellikle çocuklara hitap eden Örümcek Adam tarzındaki filmlerde dahi beyaz propagandanın veya zihin kontrolünün örneklerini vermesi ilgi çekicidir. Bu tarz filmler, gelecek on, hatta yirmi yılın Amerikan politikalarının ne yönde olacağı konusunda önemli ipuçları vermektedir.
“Daha Büyük Orta Doğu Projesi” adını Amerikan üst düzey yönetiminin dillendirdiği 2004 yılının ilk aylarında Amerikalı şahinler boş durmamış “BOP”un sinema ayağını yine devreye sokmuşlardır.
Yönetmenliğini Joe Johnston’un yaptığı, başrollerini Viggo Mortensen, Zuleikha Robinson, Ömer Şerif ve Louise Lombard’ın oynadığı “Hidalgo” isimli filmde, -tıpkı Amerikan Başkanı George W. Bush’un “BOP” plânı ekseninde Orta Doğu için “Demokrasi, İnsan Hakları, Kadın Hakları” mesajında olduğu gibi- “Araplara insanlık dersi veren” bir Amerikalı kovboyun macerası anlatılmıştır.
Filmde, Amerikalı kovboy rolünü canlandıran Frank tiplemesi, tıpkı Son Samuray’daki Tom Cruise’in canlandırdığı düşkün subay gibi, 1890’lı yıllarda Kızılderililere uygulanan soykırımının içinde bulunmuş ve olayın ağırlığını üzerinden atamamış, anne tarafı Kızılderili olan, ancak artık gerçekte Amerikalı bir kahraman olarak “Ateş Okyanusu” denilen ve Arap Yarımadası’nda yapılan zorlu at yarışına6 Amerika’yı temsil etmek için giden bir kovboy olarak resmedilmiştir.
Filmdeki söz konusu kovboy, Arapların düzenlediği hile ve desiselere maruz kalmasına rağmen zor yarışı kazanır. Yarış süresince Amerikalı kovboy, soylu davranışlarıyla Arap yarışçıların gönül gözlerini açmasının yanı sıra, Araplara medeniyet ve insanlık dersi verir7.
Hidalgo isimli filmde, onuruna düşkün bir bedevî şeyhi tiplemesini canlandıran Ömer Şerif, Orta Doğulu bir Arap’ın gizli Batı sempatizanlığını çeşitli çelişkilerle izleyicilere yansıtmıştır.
2004 yılında Cidde’de yapılan Ekonomik Forum adlı toplantıda Clinton’ın Araplara hitaben:8 “Hz. Muhammed yaşasaydı, eşinin araba kullanmasına karşı çıkmazdı, Suudî Arabistan ilk otomobil üreten ülke olurdu, otomobil endüstrisinin başına mutlaka eşini getirirdi” sözüne nazire yaparcasına, Hidalgo filmindeki Arap Şeyhi de -1890’larda Orta Doğu’da henüz araba olmadığı için olsa gerek- kimsenin olmadığı yerlerde çok sevdiği kızının at binmesine izin verirken; topluluk içerisinde yüzünü de kapatacak şekilde giyinmesini ve erkeklerin yanında konuşmaması gerektiği konusunu, emri vaki bir şekilde vurgulamaktadır. Gizliden gizliye Billy the Kid ve Buffalo Bill gibi kovboyların maceralarını okuyan Şeyh, bir taraftan yarış için gelen Amerikalı kovboy Frank’la Doğu – Batı tartışmaları yaparken diğer taraftan da Arap geleneklerini Batı değerleri karşısında ustaca alaya almıştır.
“BOP”un içeriğinin tartışıldığı bir dönemde tam anlamıyla ideolojik amaçlar için Hollywood tarafından çekilen Hidalgo adlı film, Bush’un ve Şahinler’in ifadelerine, sinema diliyle tercümanlık yapmıştır.
Sinema eleştirmeni Nihal Bengisu Karaca’nın ifade ettiği gibi:9 “Eğer Batılı bir eğitim almış, Batı standartlarında iyi bir kariyer yapmışsanız, çifte standartlarınız ve çelişkileriniz sizi olduğunuzdan daha zeki bile gösterebilir; hattâ sizi karanlık ama kesinlikle etkileyici bir roman kahramanı bile yapabilir; fakaaaat, Müslüman bir Arap iseniz bunlar olsa olsa gülünçtür.”
10 yıl öncesine kadar Hollywood, Sylvester Stallone’ın Rambo filmleriyle, Kuzey Vietnamlı sadist işkenceci tipler yaratmaya ve Stallone’e (Rambo’ya) dövdürtüp öldürtmeye çalışarak Vietnamlılardan intikam almaya çalışmıştı. Stallone’dan başka Arnold Schwarzenegger ve Jean Cleade Van Dame’ların özellikle vurdulu – kırdılı filmlerinde kötü adamları daha çok Asyalılardan, “sarı ırk”tan seçiyordu. Yaptığı birçok filmle Rusları ve Komünizmi karalayan ve bunda da başarı sağlayan Hollywood’un artık yeni konusu terörle eşdeğer göstermeye çalıştıkları “İslâm” olacaktır. Bundan sonra Hollwood filmlerindeki kötü Rusların, bazen zavallı bazen de terörist olarak gösterdikleri Asyalı tiplerin yerini Arap – Müslüman “düşman”ların hakkından gelinen anti –terör filmleri alacaktır.10.
Hidalgo filmi, Araplar referansında İslâm’la alay eden iyi senaryo edilmiş bir örnektir.
Yine eleştirmen Karaca’nın ifadesiyle: “Clintonvari Amerikan tarzı Bush’un ‘baltalar elimizde’ siyasetinden uzak, ama son kertede ‘tuzak’ bir söylem içeriyor. Bir kovboy yüz Arap’a bedeldir; Müslümanlar dar kafalıdır, ama kazıdığınız zaman altından Batı hayranlığı çıkabilir; o hâlde onu bulana kadar kazıyın”. temalarının işlendiği Hidalgo filmi “BOP” plânını sinema diliyle açıklarken, ABD’nin “Doğu Politikası”nın ana hatlarını ince ayrıntılarıyla anlayanlara sunmaktadır.
_ Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi. [email protected]
_Yukarıda verilmiş olan alıntı, İngiltere’nin çok satan gazetelerinden Sunday Telegraph’ta 25 Temmuz 2004’te Will Cummins tarafından yazılmıştır. (http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/gundem.html).
DİPNOTU
1- Samuel P. Huntington, “Medeniyetler Çatışması mı?”, Medeniyetler Çatışması, Der. Murat Yılmaz, Ankara, 1995, s. 25.
2- Bernard Lewis, Ortadoğu, Çev.: Mehmet Harmancı, İstanbul, 1996.
3- John L. Esposito, Kutsal Olmayan Savaş: İslamcı Terör, Çev. Nuray Yılmaz-Ertan Yılmaz, Yayına Haz. Harun Özgür Turgan, İstanbul, 2003, s. 99.
4-Huntington, “Medeniyetler Çatışması mı?”, s. 26 – 27.
5- Mustafa Mutlu, Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu: Vietnam’dan Körfez’e, İstanbul, 2003, s. 315.
6- Nihal Bengisu Karaca, “Bedevîlere İnsanlık Öğreten Kovboy!..” Zaman Gazetesi, 5 Mayıs 2004.
7- Karaca, “Bedevilere…”, Zaman Gazetesi, 5 Mayıs 2004.
8- Radikal Gazetesi, 22 Ocak 2004.
9- Karaca, “Bedevilere…” Zaman Gazetesi, 5 Mayıs 2004.
10- www.zaman.com.tr/2003/03/23/roportaj/default.htm