Ana Sayfa 1998-2012 "Bu Dünyadan Nâzım Geçti" Üzerine (I)

“Bu Dünyadan Nâzım Geçti” Üzerine (I)

Vâlâ Nureddin’in “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” adlı eseri yalnız Nâzım’ı anlatmakla kalmaz; Vâ-Nû’nun kendi hayatına ve görüşlerine de önemli ölçüde ışık tutar. Eserde ilk gençlik yıllarından başlayarak Nâzım’la Vâ-Nû’nun İnebolu, Ankara, Bolu, Trabzon, Batum, Tiflis, Moskova, Ankara maceralarını buluruz. Son derece etkileyici tasvirler ve yorumlar okuyucuyu o günlere alıp götürür. Eserin bazı yerlerinde Vâ-Nû kendini de savunur. Heyecanlı bir hayat macerası içinde ve âdeta destanlaştırılan Nâzım figürünün tesiri altında, eserdeki çelişkileri yakalamak bir hayli güçtür. Eğer kitabı dikkatli bir gözle okumazsanız bu iki yoldaşın düşmanlarına sizin de düşman olmanız işten bile değildir. Hâtıraların, tarihin önemli kaynaklarından biri olduğu malûmdur. “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” adlı hâtıra eseri de gerek edebiyat tarihimiz, gerek Türkiye’deki komünizmin tarihi bakımından önemli bir kaynaktır. Ancak hâtıralar, tarihçilik açısından değerlendirilirken metin dikkatle tahlil edilmeli. gerektiğinde diğer kaynaklarla karşılaştırılmalıdır.

- Reklam -

Cumhuriyet devri Türk şiirinin neredeyse Nâzım’a indirgendiği şu günlerde Vâ-Nû’nun kitabını ele almanın yararlı olacağını düşündüm.

Vâ-Nû ile Nâzım 1 Ocak 1921 tarihinde, Yeni Dünya adlı bir gemiyle İstanbul’dan İnebolu’ya hareket ederler. Maksatları Millî Mücadele’ye katılmaktır. Vâ-Nû 20, Nâzım 19 yaşındadır. Genç yaşlarına rağmen İstanbul edebiyat çevrelerinde az da olsa tarınmışlardır. İnebolu’da 15 gün kadar kalırlar ve Almanya’da öğrenim görmüş Spartakist gençlerden ilk komünizm telkinlerini alırlar. Vâ-Nû’ya göre “1921 Ocak ortalarına kadar koyu milliyetçi ruhta olan şair Nâzım Hikmet’e İnebolu’da komünistlik fikirlerini ilk aşılayan Spartakist ağabeyler”dir. (s. 64). Kara kışta dokuz gün süren meşakkatli bir yolculuktan sonra iki arkadaş Ankara’ya ulaşırlar. Başlangıçta Matbuat Umum Müdürlüğü’ne bağlı olarak şiirleriyle Millî Mücadele’ye hizmet etmeleri öngörülse de yazdıkları bir şiirin mecliste tepkiyle karşılanması sonucu Bolu’ya öğretmen olarak tayin edilirler. Komünizmle ilgili ikinci telkinle burada karşılaşırlar. Bolu Ağır Ceza Reisi Ziya Hilmi, Marks’ı, bolşevizmi iki arkadaşa büyük bir heyecan ve vukufla anlatır. Hep birlikte Trabzon ve Batum üzerinden Moskova’ya gitmeye karar verirler. Vâlâ Nureddin, 1921 Temmuzunda Ankara’da toplanacak olan Maarif Kongresi’ne Bolu’yu temsilen katılır. Zahmetli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşır. Ankara’ya varışını Vâ-Nû’dan dinleyelim:

“Ankara’ya sabahleyin girdik. O şekil ve şemailde beni nasıl tanıdılar ki, Büyük Millet Meclisi’nin karşısındaki yazlık kahveden ismimle bana seslendiler. Bir grup hâlinde oturuyorlardı. Hep gençlerdi. Divan durur gibi hürmetle oturmaktaydılar. Ve ortalarında, Buddha heykeline benzeyen sakin, kımıltısız fakat sükûnu, hareketsizliği etkili ve elektrikli bir zat oturuyordu.”

- Reklam -

“Bana seslenen gençler, koşup setin üstünde usulle fısıld adılar:”

“- Ziya Gökalp’tır. Atla gelenin siz olduğunuzu kendisine söyledik, görüşmek istiyorlar sizinle.”

“- Atımı bağlayıp geliyorum, diye heyecanla cevap verdim.” (s. 159).

- Reklam -

Vâ-Nû’nun Ziya Gökalp’la görüşmesi önemlidir. Çünkü bu görüşmeyi de Rusya’ya gidişlerinin bir mazereti olarak ileri sürmektedir.

Yazar kendini savunurken şöyle diyor:

“Hamdullah Suphi, bizim Kars’ta bir vazifeye atanarak harcırah aldığımızı, bu hak edilmemiş parayla ‘Rusya’ya kaçtığımızı’ yazdı. Ne tayin edildik, ne harcırah aldık, ne kaçtık.” (s. 168).

Bakalım bu işin Gökalp’la ilişkisi neymiş. Vâ-Nû, Gökalp’la görüşmesini “Ziya Gökalp’le 24 saat” başlıklı özel bir bölümde anlatır. Maarif Kongresi’nin toplandığı o günler Sakarya Savaşı’nın en şiddetli günleridir. Birçok ailenin şehri terk ettiği, başkentin Kayseri’ye nakledilmesinin düşünüldüğü günler. Vâ-Nû’ya kulak verelim:

“Ara sıra koşup geliyorlardı. Cephenin son haberlerini ona (Gökalp’a) getiriyorlardı. Bunlar kötü haberlerdi. Ziya Gökalp, daha doğuda, Sivas üzerinde, daha arkalarda bir Türk mukavemetinin doğacağına inanıyordu. Bunu belli ediyordu. Türklüğün ölmeyeceğini hep söyleyip duruyordu.” (s. 165).

Bu sözleri nasıl yorumlayabiliriz? Başkentin bile Kayseri’ye nakledilmesinin düşünüldüğü günlerde Gökalp’ın sözleri ancak müthiş bir ruh kuvveti, sarsılmaz bir ümit olarak yorumlanmalı değil mi? Hele Gökalp’ın düşünce ve hayat görüşünde ümit kavramının ne kadar önemli yer tuttuğunu bilirsek. Fakat Vâ-Nû böyle yorumlamıyor. Bakınız ne diyor:

“Fakat bu söyledikleri şairane lâflar mıydı? Hayâl ürünü müydü? Yoksa kuru manzumeleri gibi bir bilgi manzumesinin sembolleri miydi bu lâflar? Herhâlde öyleydi. Öyle olduğunu da sonradan, bolşevik ülkelerinde bulunduğum süre içinde öğrendim. Cemal Paşalarla, Halil Paşalarla, Doktor Nâzımlarla, Küçük Talatlarla bolşevik memleketlerinde buluştuğumuz sıralarda… Ve Türkiye’nin sefirleri olan Muhtar Beylerle, Memduh Şevket Esendallarla uzun uzun konuşurken, yine onların toplantılarında öğrendim… Ve öğrendiklerimi özetleyeyim: Şayet Mustafa Kemal hareketi bozguna uğrasaydı bozgunun ardından bozgunlar gelseydi İttihatçılar, Rusya’dan düşmana karşı koyacak ikinci bir dalga hazırlamak emelindeydiler. Lenin’in yardımıyla… Ziya Gökalp’ın bunları bilmemesine imkân yoktu. O, yukarıda da belirttiğim gibi İttihatçıların ruhuydu. Şeyhiydi. Sakarya’dan gelen kötü haberlere rağmen ümidinin kırılmamasının başlıca unsuru da bu ikinci dalgaya güveniydi. Çünkü sevgili Enver Paşa’sı da Rusya’da bulunuyor… İşte bunlar alestaydılar. İttihatçılardan Taninci Muhiddin de Tiflis’e gitmişti. Hariciyemizin şahsiyetleri arasında da İttihatçılar vardı. Doğuda birikmiş bu siyasî ve askerî dayanağı Ziya Gökalp biliyordu.” (s. 165-166).

Biraz sonra Vâ-Nû’nun bu görüşmeyi, kendi kaçışları için mazeret olarak nasıl kullandığına geleceğm. Fakat önce Gökalp’la ilgili iddianın doğru olmadığını söylemeliyim. Vâ-Nû, Nâzım’la Rusya’ya gittikten sonra bahsettiği kimselerle gerçekten görüşmüştür. Bunları kitabının ileriki sayfalarında anlatmaktadır. Ancak bu görüşmelerin hiçbirinde Gökalp’tan bahis yoktur. Tam tersine kendi iki yüzlülüklerinin itirafı vardır. “Batum’da İttihatçıların genel karargâhı” olarak nitelediği Halil Paşa’nın evinde verilen davetlere sık sık katıldıklarını anlatan Vâ-Nû şöyle diyor:

“Nâzım’a da şiir okusun diye rica edilirdi. Henüz unutmadığı meşhur milliyetçi şiirleri sıralardı; “Yaldızlı meşin kabı-parçalanmış kitabı- ay altında dün gece-deli bir derviş gibi…’ diye başlayan dinî mukaddesata dair o günlerde yazdığı ünlü şiire kadar repertuvarını okurdu”. (s. 266). Nâzım’la Vâ-Nû’nun Rusya’da İttihatçıların sofrasında yaptıkları buydu. Artık çoktan unutmuş oldukları milliyetçiliğe dair şiirleri okumak. Vâ-Nû bu görüşmelerde Gökalp’tan bahsedildiğini hiç yazmıyor.

Tabiî ki Gökalp’ın, Rusya’da bulunan İttihatçıların faaliyetlerinden haberdar olması mümkündür. Ancak Gökalp’ın çevresine ümit aşılayan konuşmalarını buna bağlamak büyük bir haksızlıktır; iftiradır. Nitekim Sakarya Savaşı’nın kaderinin tayin edildiği o günü ve geceyi, meclisin karşısındaki kahvede 24 saat boyunca Gökalp’la birlikte geçiren Vâ-Nû, ertesi sabahı şöyle anlatır:

“Cepheden haberler gelmekte devam etti. Derken bir mucize oldu: ‘Müjde diye koşuştular.”

“- Ordu mukavemet ediyor. Harbin talihi değişmiştir.”

“Sakarya’da muzaffer oluyorduk. 24 saatten beri birlikte oturduğumuz Ziya Gökalp bunun üzerine rahat bir soluk aldı. Ayağa kalktı. Günün jönprömiyesi benimle vedâlaştı. Nâzım’a çok çok, ama pek çok selâmlar gönderdi. Gözlerinden öptü. Ayrılıp yatmaya gitti”. (s. 167-168).

Görüldüğü gibi Vâ-Nû’nun bu satırları, Gökalp’ın cepheden gelecek müjdeli haberleri büyük bir heyecanla beklediğini gösteriyor. Ancak o ümit adamıdır; Sakarya’ya kadar gerilemiş olan ordumuz, orada da tutunamazsa tabiî ki “daha doğuda, Sivas üzerinde” yeni bir müdafaa hattının kurulacağını söyleyerek etrafındakilere ümit aşılamaktadır.

Gelelim Vâ-Nû’nun mazeretine:

“Hamdullah Suphi, bana şöyle demiştir:”

“- Harcırah suretinde verilmeyip de birikmiş maaşlarınız suretiyle dahi verilmiş olsa, Anadolu köylüsünden alınmış vergilerle elde edilme maaşları cebinize koyarak Rusya’ya geçişiniz, yine tecviz edilemez.”

“Ziya Gökalp’ın ikinci dalga diye bildikleriyle kendi izlenimlerimizi, bütün şu anda evvelki sahifelerde anlattıklarımı terazinin bir kefesine koyuyorum, Hamdullah Suphi’nin mantığını öbür kefeye koyuyorum, şöyle bir netice çıkarıyorum: biz ikinci dalga değil ama, tarihî mukadderat gerektirseydi üçüncü dalga hazırlamak niyetindeydik. Bu halkın hayrına saydığımız çalışmalar için gidiyorduk” (s. 169).

Vâ-Nû her ne kadar yukarıdaki değerlendirmeyi kitabını yazarken yaptığını söylüyorsa da iki sayfa sonra Spartakist ağabeyi Vehbi Sarıdal’a söyledikleri, aynı değerlendirmeyi o gün de yaptığı iddiasını taşıyor. Vehbi Sarıdal’a şöyle diyor:

“Ramak kaldı, diye devam ettim, Mustafa Kemal mukavemetinin Sakarya’da kırılıp düşmanın Ankara’ya girmesine ramak kaldı. Ne önemli günler içinde yaşıyoruz. Belki de İttihatçıların Kafkasya’da kuracağı bir ikinci mukavemet hareketi düşmanı Orta Anadolu’da önlemeye çalışacak, o da kırılacaktır. Biz gençler yeni hamleler hazırlayabilmeliyiz. Nâzım da, ben de böyle düşünüyoruz. Ağır ceza reisi olan bir arkadaşımız daha var. O da böyle düşünüyor. Kısacası, üçümüz birden, bir takaya binip Trabzon’dan Kafkasya’ya geçeceğiz.” (s. 171).

Vâlâ Nureddin’in Vehbi Sarıdal’a ikinci, üçüncü dalgadan bahsetmesi mümkün değildir. Ya bir şeyleri yanlış hatırlamaktadır; ya da kendilerini savunmak için bilerek üçüncü dalga mazeretini uydurmaktadır.

Bir kere Rusya’ya geçme kararlarını daha Bolu’da iken vermişlerdir. Nâzım da, ağır ceza reisi arkadaşımız da böyle düşünüyor, diyerek onların gıyabında konuşurken (Nâzım’la ağır ceza reisi Bolu’dadır; Vâlâ Nureddin Maarif Kongresi’ne katılmak üzere yalnız başına Ankara’ya gelmiştir) bu kararın Bolu’da verildiği de ifade edilmiş oluyor. “Kararımızın (üç kişinin kararı) kesin olduğunu hâlimden, sözlerimden anlıyordu”. (s. 171) ifadesi de Bolu’da verilmiş olan bu kararın kesin olduğunu gösteriyor.

Vâ-Nû, eserinin Bolu bölümlerinde Nâzım ve ağır ceza reisi Ziya Hilmi’yle konuşmalarını ve faaliyetlerini ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bu bölümlerde, Gökalp’ın bahsettiği ikinci mukavemetten ve kendilerinin kuracağı üçüncü dalgadan hiç bahis yoktur. Dedikleri şudur:

“- Bolşevik İnkılâbı’nı biz çok merak ediyoruz… Fransız İnkılâbı’nın içinde bulunmak elbette kabil değil, geçti o asır. Fakat komşu bir memlekette Fransız İnkılâbı’na benzer büyük hâdiseler cereyan ediyor. Onları görmeyi istiyoruz. Tahsilimizi ilerletmek istiyoruz.” (s. 141).

O hâlde Vâ-Nû’nun ikinci “mukavemet” (dalga) kavramını ilk defa Ankara’da Gökalp’tan duyduğu muhakkaktır. Sabahleyin Ankara’ya girer girmez Vâ-Nû’ya, Gökalp’ın kendisini görmek istediğini söylemişler; o da yol arkadaşlarıyla Taş Hanı’na inmiş; arkasından berbere uğramış; orada Yakup Kadri ile karşılaşmış; ardından birikmiş paralarını istemek üzere Maarif Vekâletine gitmiştir. Bütün bunlar “yarım saat, bir saat içinde” olur, hemen meclisin karşısındaki açık kahveye yönelir ve Gökalp’ın yanına gider (s. 159-164).

Bu durumda Vâ-Nû’nun, Ankara’da Vehbi Sarıdal ile daha sonra karşılaştığı muhakkaktır. Nitekim kendisi de karşılaşmayı daha sonra anlatmaktadır. Gökalp’tan sonra Sarıdal’la karşılaştığına göre Vâ-Nû’nun ona Gökalp’tan işittiği ikinci mukavemetten bahsetmesi tabiî görülebilir. Ancak ortada önemli bir çelişki vardır. İkinci mukavemet, ordumuz Sakarya’da bozguna uğradığı takdirde söz konusu olacaktır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -