Ana Sayfa 1998-2012 BM-AB Kıskacında KKTC ve Türk Dış Politikası

BM-AB Kıskacında KKTC ve Türk Dış Politikası

5 Kasım 2002 Çarşamba günü iktidarın yeni sahibi AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türk-Yunan dostluğu ve AB hayranlığı konusundaki beyanları arasında; Kıbrıs’ta Belçika modelinden bahsetmesi gündemi bir anda Kıbrıs’a taşıdı.

- Reklam -

AKP lideri Erdoğan’ın Belçika modeli ve KKTC gerçekleri üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Dış işleri yetkililerince aydınlatılması; devletin sürekliliği içerisinde Kıbrıs’ın bir devlet politikası olduğunun altının çizilmesi ile tartışmalar noktalandı derken; 11 Kasım 2002 tarihinde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs plânı açıklandı.

Bu plân 11 Kasım 2002 tarihi itibarıyla eş zamanlı olarak taraflara sunulmuş olup; 11 Aralık 2002 tarihine kadar müsbet-menfi cevaplandırılması yanında kabul mecburiyetini de beraberinde getirmektedir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın bu Kıbrıs plânı bir dayatmalar manzumesidir. İngiliz-ABD tezgâhıdır.

12 Aralık 2002 tarihinde Kopenhag zirvesi öncesi AB tarafından Türkiye’ye yapılan AB Kıbrıs dayatması ile BM Genel Sekreterinin bu Kıbrıs plânı dayatması eş zamanlı bir güç birliği göstergesi olup; Türkiye’nin ve KKTC’nin, daha doğrusu TÜRK varlığının geleceğine yönelik büyük bir tehdit içermektedir.

Taraflara dağıtılan 154 sayfalık plânın milletten gizlenen ayrıntılarının neler olduğunu bilmemekle beraber; Rum yetkililerce sızdırılmasını müteakip basına akseden özetine bakıldığında:

• Türkler lehine görünen bazı hususlar öne çıkarılarak, KKTC halkı tepkisizleştirilmeye çalışılırken esas konular gözlerden uzak tutulmaya gayret ediliyor. Asıl tuzak; toprak, Rum göçmenlerin dönüşü, garanti anlaşmalarının sulandırılması ve zaman içerisinde yapılacak birtakım ilâvelerle bu anlaşmaların hepten ortadan kaldırılması vede Türkiye kökenli KKTC vatandaşları üzerine kurulmuş.

• Türkiye’den gelen vatandaşların gerisin geriye Türkiye’ye gönderilmesi istenirken; KKTC’de 82 yerleşim merkezinin boşaltılması, 70-80 bin Türk’ün göçmen durumuna düşmesi, halen % 36 dolayında olan toprak miktarının da % 26 lara indirilmesinin istendiği anlaşılmaktadır. Bu önemli oranda bir toprak tavizi demektir.

- Reklam -

• Kıbrıs TÜRK’üne bırakılan % 26 oranındaki topraklara, tüm Rum göçmenlerin de geri dönme hakkı tanınmaktadır. Plânda 80 bin civarındaki Rum’un bizden alacakları topraklara; 70 bin Rum’un da serbest dolaşım ve yerleşim hakkından istifade ile içimize dönmesi hâlinde Kıbrıs Türkünün toprak oranı % 20, hattâ % 18’e düşecektir. Ayrıca talep edilen bölgelerin KKTC’nin can damarı olan yerleşim merkezlerini, havaalanını da kapsadığı dehşetle görülmektedir.

Daha ötesi AB üyesi ülke vatandaşlarının Kuzey Kıbrıs’ta edinebileceği toprak ve mülk el değiştirmek suretiyle Kıbrıs Rum yönetiminin bu toprak yüzdesi daha da artabilecektir.

Rum basınının zafer çığlıklarıyla elden ele dolaştırdığı haritalara bakıldığında sınırın görüntüsü parmakların açık olduğu bir elin girinti ve çıkıntılarını andırmaktadır. İlerde bu sınırın düzleştirileceğini, görünen girintilerin de kaybedilecek topraklar meyanında değerlendirilmesi gerektiğini şimdiden tahmin etmek için kâhin olmak gerekmemektedir.

• Sızdırılan haritaların tetkikinde TSK’nın en önemli üslerinin Rumlara terkedilmesi öngörülmektedir. Bu durumda 39ncu Tümen, 28nci Tümen ve 14ncü Zırhlı Tugay karargâhları Rumlara terkedilecektir.

• Bu plâna göre oluşturulacak kantonlar Türk bölgesi içerisinde geçmişte olduğu gibi Türkle erin serbest dolaşımını engelleyecektir. Magosa’dan Lefkoşa’ya gidebilmek için en aşağı dört Rum yerleşim bölgesinden geçmek zarureti hasıl olacaktır. Kıbrıs Türkünün geçmişinde bu konuda unutamadığı acı hatıraları mevcuttur.

- Reklam -

Neticede Kıbrıs’taki Türk toplumuna su kaynaklarından yoksun, üç tarafı Rumlarla, diğer yanı ise Beşparmak dağlarıyla çevrili bir toprak parçası kalıyor.

Kuzey sahillerinin durumu ise açıklık kazanmış değil.

Türklere egemenlik, eşitlik sağlandığı iddia edilen Anayasa bölümü de birtakım tuzaklarla doldurulmuş.

Bu plânın Rum tarafına önceden sızdırıldığı iddiası, iyi niyetli nezaket kurallarına uygun bir ifade tarzıdır. Detaylara inildiğinde bu plânın yalnız BM tarafından Rumlara sızdırıldığını değil, bilakis Rumlarla beraber hazırlandığını iddia edebiliriz.

• Bugün Kıbrıs’ta nüfus dengesi KKTC Türkünün aleyhine 7’ye 2 görünmektedir. Toprak tavizi ve zorunlu göç sonucu bu oran Kıbrıs Türkünün aleyhine değişecektir. Plânda iki tarafın eşitliğinden söz edilmekle beraber nüfus dengesizliği bu sözde eşitliği geçersiz kılacaktır.

• Kıbrıs Türkünün varlığının garantisi TSK’nin sayısının azaltılarak, ağır silâhlardan arındırılıp bir polis gücüne dönüştürülmesi ve adayı terketmesi durumunda Kıbrıs Türkünün can güvenliği çok uluslu gücün insafına terkedilecektir.

• Kanlı 1963-64 ve 1967 olayları sırasında da Kıbrıs’ta görev yapan Barış Gücünün çaresizliği, başarısızlığı ve taraf tutması hatırlandıkça ve de Bosna-Hersek-Yugoslavya örnekleri gözönüne getirilince Kıbrıs Türkünün geleceği oldukça karanlıktır.

•••

Sahneye konan oyun, Girit oyununun bir tekrarıdır.

1878’de Girit’te yerel meclis kurulmuştur. Nüfus ağırlığına göre meclisin 49 Rum, 31 Türk üyesi vardır. Karışıklıklar çıkar, kan dökülür, Osmanlı isyanı bastırır, Adayı ben koruyacağım diye devreye giren Avrupa devletleri Girit’i 1913’de Yunanistan’a verir.

Bugünkü AB’nin o günkü Avrupa’dan bir farkı olduğunu kimse iddia edemez.

Hattâ Belçika modelini diline dolayanlar bile!…

•••

Avrupa, soğuk savaş sonrası 1990’dan itibaren Maastricht’te “Avrupa Birleşik Devletleri”ni kurmaya karar vermiştir.

Parlâmentosu, parası, ortak dış politikası ve de ordusu (AGSP) olan bir oluşum yaratılmaktadır.

Ve Avrupa Birleşik Devletlerinin genişleme alanı içerisinde Kıbrıs’ın önemi büyüktür.

“Türkiye’nin Türklere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu” her fırsatta ifade eden zihniyetin, Kıbrıs’taki Türk varlığına da tahammül etmesi beklenemez.

Geçmişte AB’ne müracaatı görmezlikten gelinen Rum başvurusuna karşılık 1992’de AB “Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti olarak almayı düşündüğünü” belirtmeye başlamıştır.

Dönemin BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar, Brüksel’in bu politika değişikliğine tepkisini o günlerde; “– Uyuşmazlık artık daha da zorlaştı!” biçimindeki açıklamasıyla belirtmişti.

AB’nin Kıbrıs’la ilgilenmesinin ve sahiplenmesinin ardındaki gerçek sebebe gelince: AB genişleme süreci içerisinde bir devlet politikası oluşturmakta; “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmaktadır. Bu durumda Akdeniz AB’nin iç denizi olacaktır. Doğu Akdeniz’de en stratejik bölgede bulunan Kıbrıs Adasına kıt’a Avrupasının (Almanya ve Fransa’nın) ordusu yerleşmelidir. Adada mevcut (ABD’nin kullanımına açık) İngiliz üslerinin karşısına AB’nin stratejik çıkarları sağlanmalıdır.

Bu anlayışa göre “Avrupa Birleşik Devletleri” içerisinde yer alıp almayacağı belli olmayan Türk varlığının Kıbrıs’taki uzantısına göz yummak mümkün mü?

Tabiî ki değil.

1995 Gümrük Birliği anlaşmasıyla eli ayağı bağlanıp Brüksel’in tek yanlı insafına terk edilen Türkiye’nin ve Türklerin Kıbrıs adası ile ilişkileri âcilen kesilmeli; daha da ilerisi Türkiye Cumhuriyetine 1959-60 anlaşmalarının verdiği garantörlük sıfatını ortadan kaldıracak adımlar atılmalıdır.

Kısaca Gümrük Birliği içerisinde tek yanlı bağlanıp bekleme odasında sonsuza kadar AB’ne alınacağı günü sabırla bekleyecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nden Kıbrıs’ı koparıp almak gerekmektedir.

Yapılan işlem budur.

AB komisyonu Kasım 1995’te Avrupa Parlâmentosuna sunduğu Türkiye raporunda ezcümle şöyle diyor; “– Gümrük Birligi belgesini onaylamamız gerekiyor. Aksi hâlde Kıbrıs meselesini hâlletmemiz çok zorlaşacaktır.”

Yani o gün ifade ettikleri “hâlletmekten” kasıt, bugün yaptıklarının aynıdır. Bir takım ayak oyunları ve de dayatmalarla “hiçbir zaman içine almayacakları, bekleme odasında bekletmeye devam edecekleri Türkiye’nin elinden Kıbrıs’ı koparıp almak.”

İşte BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002 Kıbrıs dayatma plânını bu gelişmelerin ışığında, bu çerçevede değerlendirmek zorundayız.

•••

AKP Genel Başkanı Erdoğan 16 Kasım 2002 tarihinde beraberindeki heyetle KKTC’ye yaptığı kısa bir ziyaretin ardından 18 Kasım 2002 tarihinde Atina’da Yunan Başbakanı Kostas Simitis’le buluştu.

AKP liderinin ayağının tozuyla seçimlerin ertesinde ilk ziyareti Yunanistan’a yapacağını ifade etmesi; Yunanistan Başbakanı tarafından hararetle kutlanması; seçimler öncesi Yunanistan ile karşılıklı iyi niyet mesajları teatisi konusunda basında çıkan spekülatif haberler geçtiğimiz günlerin en önemli gündemini oluşturdu.

Hele Belçika modelinden bahsedilmesi, bilhassa seçim beyannamesinde Belçika modelini Kıbrıs için öngördüklerinin ifade edilmesi; yeni hükûmetin Kıbrıs’ta tavizden yana mı olduğu sorusunun sorulmasına sebep oldu.

Neyse ki Dışişleri yetkililerinin devreye girmesi sonucu AKP Genel Başkanı Belçika modeli ifadesini açıklığa kavuşturdu.

Ne var ki AKP Genel Başkanının Belçika modeline ilişkin düzeltmesinin ardından, Yunanistan Başbakanı Simitis’e kişisel bir mesaj yollayarak bu düzeltmeyi zorlama altında ve iç dengeleri gözeterek yaptığını, yoksa esas hakkındaki niyetlerinin değişmediğini bildirdiği; Yunan Genelkurmayına yakınlığı ile tanınan To Vima gazetesinde 10 Kasım 2002 tarihinde yayınlanınca kafalar iyice karıştı.

Bu yetmezmiş gibi Şükrü Sina Gürel’in konu hakkındaki açıklamaları işin tuzu biberi oldu. Gürel’in iddiasına göre AKP Genel Başkanının Yunanistan Başbakanı ile seçimlerden evvel biri sözlü, biri yazılı olmak üzere iki defa temas kurduğu ifade edildi.

Bu gelişmeler Türk dış politikasına ipotek koyacak ciddî iddialardır.

Türk milletine bu konuda açıklama yapılması gerekmektedir.

•••

AKP Genel Başkanı Atina’daki basın toplantısında BM’nin sunduğu bu yeni Kıbrıs plânının, yeni AKP hükûmeti tarafından müzakere edileceğinin altını çize çize resmen açıkladı.

Diplomasi terminolojisinde “müzakere” sözcüğü pazarlık anlamında kullanılır. BM Kıbrıs Plânının gündemde olduğu şu günlerde “müzakere ederiz” demek de “plânı önce kabul eder, sonra üzerinde pazarlık yaparız” anlamına gelir ve oldukça tehlikeli, maksadını aşan bir ifade tarzıdır.

Gerek Geçitkale, gerekse Atina görüşmeleri sırasında masaya müzakere yapmak için oturacağımızı ifade etmemiz hasımlarımızı sevindirmektedir. İşin doğrusu Rum tarafıyla masaya “müzakere” için değil, plândaki maddelerin detaylarının açıklanması için oturulması gerekmektedir.

•••

Simitis ile yapılan toplantıya Dış işleri yetkililerinin alınmaması ve tutanak tutulmaması hususunda; Dışişleri ve Türk Devlet geleneğini çok iyi bilen yetkililerin bu konudaki ifadelerine bir göz atalım. “– Devletten gizli görüşme olmaz!…”

Dünyanın hiçbir ülkesinde bir parti lideri; başbakan varken yanına bazı iş adamlarını alıp devlet adına görüşmeler yapmaz, yapamaz…

AKP Genel Başkanı Erdoğan, yeni Dışişleri Bakanı Yakış, Yunanistan Başbakanı Simitis ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu arasındaki dörtlü görüşme her türlü spekülasyona açık bir sır olarak kalacaktır…

•••

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti aşamasında; Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, Erdoğan’la bir araya gelmeden önce İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile gerkçekleştirdiği ikili görüşme sonrası yapılan ikili basın toplantısında: “– Türkiye’de yeni kurulan hükûmetten de Kıbrıs konusunda Yunanistan Başbakanı Simitis ile yaptığı görüşmede verdiği sözlerde durmasını bekliyoruz” diye konuştu.

•••

İngiltere Başbakanı Tony Blair ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ile yapılan görüşmelerin içeriğinden ziyade yapılan açıklamalar da dikkat çekici.

Alman hükûmet sözcüsünün basına yaptığı açıklamada “– Tayyip Erdoğan; Schröder görüşmesinin gizli kalmasını istedi, size bilgi veremem…” sözleri acaba neyi ifade ediyor dersiniz?..

•••

“– Kıbrıs’ı satalım”, “– Kıbrıs AB’ne girmemize engel teşkil etmektedir”, “– Ya AB, ya Kıbrıs”, “– Aman, Kıbrıs AB ile aramızı bozmasın” beyanlarını her fırsatta sarfeden çevreler BM Genel Sekreterinin bu son Kıbrıs plânını olumlu bularak değerlendirmekte, gerçekleri Türk Milletinden saklama gayretini sürdürmektedirler.

Bu meyanda yeni siyasî oluşumun parlâmentoya yansıması ve Türk dış siyasetine damgasını vurma gayretleri çerçevesinde iyi niyetle söylendiğine şüphemiz olmamakla beraber; bir pazarlık havası içerisinde “– Türkiye’ye tarih verin, Kıbrıs’ı BM plânı çerçevesinde hâllederiz…” veya “– Siz tarih verin Kıbrıs işi kolay” sözlerinin arkasında estirilen havadan da rahatsızlık duymaktayız.

Rahatsızlığımızın ötesinde dış destekli bu iç mihrakların TÜRK Milletini bir çok konuda olduğu gibi KKTC konusunda da yanlış bilgilendirerek yönlendirmeye çalışmasını üzüntü ve nefretle izlemekteyiz. Her şeye rağmen bu mihrakların gaflet ile dalalet sınırı arasındaki kesiminin hidayete ermelerini, yanlışlıklardan dönmelerini bekliyoruz.

Anavatan Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemen devlet varlığından vazgeçemez; Türk devlet politikasının sürekliliği gerçeğini idrak edemeyenler, baskılarını ve oyunlarını sürdürmelerine rağmen netice elde edemeyeceklerdir.

KKTC kazanılmış bir haktır, bir gerçektir; kimse bu konuda geri adım atamaz.

TÜRK vatanının bölünmez bütünlüğü içerisinde TÜRK Kıbrıs bu bütünün ayrılmaz parçasıdır. Ve dil bir, bayrak bir, vatan bir oldukça bu beraberlik sürecektir.

Türk Milleti, devletlerini toprak ulûfeciliği yapmak üzere kurmamış, hükûmet edenlere ve hiçbir kuruluşa bu konuda en ufak bir yetki bile vermemiştir.

Bu böyle biline!…
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -