Ana Sayfa 1998-2012 Bizans zihniyeti mi, Türk

Bizans zihniyeti mi, Türk

- Reklam -

KAVRAMLARIN ifadesizlik makamını işgal etmeye başlaması ile yek âhenk olarak; millî bünyemizde bir kanser hücresi gibi etkisini gösteren, “kendinden uzaklaşma” davranışının temelinde, gelişmek isteği ile sorumsuz bir değişimin içine yuvarlanmış olmamızın yadsınamazlığı mevcut bulunmaktadır. İnsanoğlunun bilim ve teknoloji çerçevesinde elde ettiği başarıların, ilerlemek emelindeki toplumları yücelttiğinin bir vakıa olarak karşımızda duruşunun verdiği şevk ile, bu mânâda bir yükselişin arzusunu Türk milleti olarak taşıyor olmamızdan daha tabiî ne olabilir ki ? Lâkin gelişmek arzumuzun, özde değişmelere kapı aralıyor olmasının, patolojik bir durum olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Tarihin gergefinde zaman sanatkârınca işlenerek arz-ı endâm eyleyen Türk medeniyetinin yerine başka medeniyet anlayışlarını ikame etmenin, millet olarak bir intihar girişiminde bulunmamızdan farkı olmasa gerek… Maddî olarak belli bir mesafe kat etmekle muasırlaşmak fiilinin lâyıkıyla hayata geçirilmesi ihtimali çok zayıftır. Gelişmenin –değişmeden gelişmenin– tamamıyla bir denge hâdisesi olduğunun ispatı, tarihin çöplüğüne sürüklenen toplulukların, bu dengeyi göz ardı etmiş ya da kuramamış olmalarıdır. Maddî kazanımların, mânevî kazanımlar ile birlikte bulunmaması; toplumun yapı taşını teşkil eden bireyin ruhunda ve bu ruhun yansıması olarak ortaya koyduğu kimlikte, kargaşaya yol açmakta olup, marazi davranışlar sergilemesine imkân vermektedir.

“Gelişme kavramı çoğu zaman, teknolojik ilerleme ve sanayileşme kavramları ile aynı anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır. Oysa bu kavramlar ilişkili olsalar bile aynı anlama gelmezler. Büyüme, sanayileşme vb. süreçler herhangi bir toplumsal formasyonda çok ileri düzeyde bulunabilir; ancak, onların varlığı o toplumsal formasyonun gelişmiş olduğu anlamını taşımaz.”(1) Oysa Türk milletinin sosyal dokusunun gelişmek bir yana, darbe üstüne darbe aldığını gözlemlemekteyiz. Ucu Nihilizme kadar varabilecek bir yozlaşmanın tehdidine maruz kalışımızın, tarih bilincimizin erozyona uğratılmasından kaynaklanıyor olması yönünde bir yorumda bulunmak çok da yersiz olmaz.

Mazisi ile arasına siyah perdeler gerilmiş bir milletin, sırtını boşluğa dönmüş olması hissini taşımaması beklenemez. Dün olmaksızın bugün idrak edilemeyeceği gibi, yarın için de tasarılar ortaya konamaz. Şüphesiz bugün için aydın olarak nitelendirdiğimiz kesimdeki fikir sefaletinin yada fikirsizlik cereyanının baş sebebi bu mazisizliktir. Çoğu kez aşağılık kompleksi kabilinden bir mazi muhalefeti olarak karşımıza dikilen, bu fikrî sefaletin yol başçıları; Türk’ün sönmez meşalesi olan şahika ümidini bozguna uğratmaya yönelik bir tavırla bütünleşmişlerdir. Türk benliğini sorgulamak cüretini gösterenlerin, mazide saklı ham maddelerden istifade ederek yeni bir çıkış yolu çizmenin düşünü dahi kurmamalarının sebebi; olsa olsa âidiyet şuurlarını yoz rüzgârlarda yitirmiş bulunmalarıdır. Millet olmanın nirengi n oktalarından olan âidiyet şuuru ve millî kimlikten yoksun bireylerin giderek artması; yarınlara ulaşmak ve Türk’ün hak ettiği yere tekrar çıkarılması ülküsü için cefaya talip olanların, üzerinde önemle durması gereken bir husustur.

Uzun zamandır bir şeylerin iyi gitmediğini sürekli tekrarlamaktayız ama çare üretmek hususunda âciz kalındığını görmekteyiz. Türk münevverinin aslî vazifesi ile meşgul olma vakti gelip çatmıştır. Lâkin bu vazifenin ifâsı, fil dişi kulelerden âti ufuklarını tasvir eden sözler sarf etmekle yerine getirilemez! Bu meyanda Türk münevverinin Türk milleti ile birebir buluşması ve hattâ kenetlenmesi mecburiyeti vardır. Okumayan bir milletin kurtuluşunu yazarak (sadece yazarak!) veya ekranlardan cılız seslenişlerle sağlayabileceğini düşünenler, işgal ettikleri makamlara ihanet içerisinde olduklarının farkına varmalıdırlar. Türk medeniyeti ufuklarının bekçisi olarak nitelediğimiz Türk münevveri, Türk’ün cevherini işlemek, Türk’ün ruhunu gafletin karanlığından kurtarmak emelinde olduğunu; Türk’ün kalbine inerek, “Titre ve kendine dön!” nârâsını dalâletin kesif iklimine inat ciğerlerinden âzad etmedikçe, ispat edemeyecektir.

“Medeniyet bir inanış, bir temel prensip, kültür eserlerini hem doğuran hem de onları sınırlayan ve kuşatan bir mânevî çerçeve”(2) olarak ele alındığında; Türk medeniyetinin kısır bir döngü içerisinde, kendi kendini tükettiğini üzülerek görmekteyiz. Kültürün her cephesiyle can çekiştiğini, Türkçe’nin maruz kaldığı taarruzlar altında inlediğini ve Türk olmak düşüncesinin dimağlardan ricat eder hâle getirildiğini idrak ettiğimiz bu zor zamanlarda, bir tasavvura ihtiyacımız var.

“Türk münevveri daha ziyade gücünü ve istiklâlini yitirmiş bir askerî birlik manzarası göstermektedir. Buna karşılık Batı’nın ezici darbesinden uzak kalan halkın, yeni medeniyete tepeden bakma ve daha iyi intibak etme şansı kaybolmamıştır. Türkiye için meselenin en korkunç tarafı da münevverin uzun yıllar içinde bu esareti iyice benimseyerek, tıpkı yüzyıllarca sömürge idaresi altında yaşamış gibi düşünmeye ve davranmaya alışmış olmasıdır.”(3)

- Reklam -

Bu kısır döngünün kırılması için Türkçü anlayışın teoriden çıkarak pratik uygulamalara dönüştürülmesi, milletin yitirdiklerinin tekrar millete iade edilmesi şarttır. Bu tam mânâsıyla bir zihniyet meselesi olup, durağan stratejilerle arzulanan yükselişin sağlanamayacağı aşikârdır. Çünkü, “zihniyet, her toplumun dinamik ve canlı sentezini, terkibini meydana getirir. Gerçekten de zihniyet, son derece dinamiktir ve toplumun üyelerinin her birinde içkindir (immanent); hattâ bu üyelerin her birinin davranışlarıyla düşüncelerini oluşturur, gerektirir. Fazla olarak, zihniyet, toplumun üyelerinin icat ve yaratmalarını da yönetir, çünkü üyelerin kendi sorunları da, istek ve endişeleri de gene bu zihniyete göre belirir, biçimlenir.”(4)

Türk milletinde artık had safhaya ulaşan bu zihniyet kaybının telâfisi elbette mümkün olup; dimağlarda yaratılan kargaşa ve diğer psikolojik araçlara karşı etkin bir mücadelenin, Türk münevverlerince tesisi ve icrası hayata geçirilmelidir. Türk milliyetçileri atıl vaziyeti terk etmek adına, teşkilâtsız davranmaktan vazgeçmek zorundadır. Zaten Türkçü anlayışın “dilde, fikirde, işde birlik” ilkesinin gereği de budur. Yirmi birinci yüzyılın yıkıcı rüzgârlarını Türk gemisine hız kazandırmak amacıyla kullanmak istiyorsak; yekpâre bir duruş sergilemenin ötesinde, yelkenlerimizi doğru yönde açmak mecburiyetindeyiz. Dünya kamuoyunda meydana gelen hızlı değişmelerin, Türk milletine yararlı hâle getirilebilmesinin yegâne yolu; kısa, orta ve uzun vadeli hareket tarzlarının geliştirilerek, derhal uygulamaya konulmasıdır.

Türk milliyetçiliği, bu hareket tarzını ortaya koyabilecek birikim, insan kaynağı ve enerjiye; her şeye rağmen sahip bulunmaktadır. Kısa vadede gafletin uyuşturduğu Türk ruhuna musallat olan, tepkisizlik ve algılama güçlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalara öncelik verilmelidir. Ayrıca Türk kültürünün, her cephesiyle, özellikle genç nesillerce tercih edilir hâle getirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda Türk kültürünün sevdirilmesi, yaşatılması ve yeni kazanımların üretilmesine hizmet edecek Türkçü sivil toplum örgütlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü, “kültür kısmen özerk, kısmen eşgüdümlü kurumlardan kurulmuş bir bütündür. Bu bütünlük, soya dayanan kan birliği, işbirliğine, faaliyetlerde uzmanlaşmaya dayalı mekânsal birlik gibi bir dizi ilkeyle ve -özellikle de politik örgütlenmede- güç kullanımıyla korunur. Her kültürün tamamlanmışlığı ve kendine yeterliliği vardır.”(5) Bu maksatla bulunulacak girişimlerde, Türkiye merkezli fakat diğer Türk ellerinin de unutulmadığı bir yaklaşımla hareket edilmelidir.

Elbette buraya kadar sıralananları gerçekleştirmek adına yola çıkıldığında, sayısız engelle karşılaşılması muhtemeldir. Artık Türkçü cephe, inandıklarının verdiği güç ile bardağın dolu tarafına bakmak zorundadır. İyimser bir bakış açısı ile yola çıkıldığında, başarının elde dilebileceği gün gibi ortadadır. Yeter ki; Türk milliyetçileri ruhlarında küllenmeye yüz tutan Ergenekon ateşine, azim körüğüyle har verebilsinler. Ülküler uzlaşmacı olamazlar. Çünkü uzlaşı, beraberinde tavizi ve verilen tavizler de peşi sıra bir tavizler hegemonyasını beraberinde getirir. Büyük Atsız’ın “ülküler taarruzîdir” sözü akıllardan çıkarılmamalıdır. Bunun acı neticesini AB üyelik trajedisinde açıkça gördük ve görmeye maalesef devam etmekteyiz. “Türk insanının daha iyi yaşam koşulu talepleriyle dışsal bir faktör olarak AB ile doğrudan bir bağlantı kurması trajik bir realitedir. Tüm bu beklentilerin AB üyeliği için meşruiyet dayanakları oluşturmasına rağmen kurtuluşun, ilerlemenin, iyileşmenin kaynaklarının dışsallaştırılması ve ulusal aktörlerin iradelerinin elimine edilmesi Türk kimliğinin aşağılanması olarak yorumlanabilir. Kanımızca bu aşağılık kompleksinin ana nedeni, Türkiye’nin iç dinamiklerinin, tarihsel nedenlerle değişim talebini karşılamada yetersiz kaldığı fikrinin kabulü ve itirafına dayanmaktadır.”(6)

İç dinamiklerde meydana gelen arızanın bir sonucu olarak Türk milletinin çağın gereklerine yönelik değişmelerden mahrum kalışı ve yozlaşma eğilimi göstermesinin önüne geçilmesi için, Türk milliyetçiliğinin orta vadede üzerinde durması gereken husus; bilim ve teknik alanında açılımlar sağlayacak örgütlenmeler üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu sebeple farklı uzmanlık alanlarında Türkçüler yetiştirilmeli; kamunun yıllarca başaramadığı, Türkçü araştırma merkezlerince başarılmalıdır. Bu merkezler Türk milletinin geleceğini taçlandıracak proje ve politikaların hem plânlayıcısı hem de yürütücüsü olacak kudrete eriştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki; Türk milletinin mazide yaptıkları, yarınlarda yapacaklarının müjdecisidir…Uzun vadede ise Türk birliğinin tesisine ilişkin girişimlerde bulunulması gerektiğini zikretmek yeterlidir sanırım…

- Reklam -

Bütün bunları ana hatlarıyla ortaya koyduktan sonra tekrar başa dönersek; Türk milliyetçiliğinin yeniden yapılandırılması gerektiğini altını çizerek belirtmeliyiz. Türk kimliği ve ona paralel olarak Türk milliyetçiliği yeniden tanımlanmalıdır. Bu tanımlama yapılırken gerçekçi olunmalı ve dahası, yıllardır devam ettirilmekte olan yaklaşımlar geliştirilerek, günümüz şartlarında işletilebilir bir tarz-ı siyasete kavuşturulmalıdır. Ne zaman ki; Türk milliyetçiliği, zaman, mekân ve cereyan eden hadiseler bağlamında güvenilir koordinatlara dayanır, işte o vakit en büyük mani bertaraf edilmiş olur. “Türk milliyetçileri kendilerine eski sorumsuz münevverlerden intikal eden bu kötü geleneği tamamen ortadan kaldırmak için çalışmalı ve bağımsız bir Türk kültürünün sağlam bir siyasî organizasyon olmadan gelişemeyeceğini gözden uzak tutmamalıdır.”

Şimdi silkinerek ayağa kalkmanın, tek vücut olmanın zamanıdır. Genlerimizle atalarımızdan bize intikal eden yeteneklerimizi kullanmak mecburiyetindeyiz. Türk milletinin en kıymetli özelliklerinden birinin teşkilatçılığı olduğunu unutanlara hatırlatmak zorundayız. Zaman ve mekân, Türk münevverini, bir seçim yapmak noktasına getirmiştir: Bizans zihniyeti mi; Türk zihniyeti mi ?

Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!..

DİPNOTLARI

(1) Hayriye ERBAŞ, Gelişme yarını ve geleceği. Sayfa: 10, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Sayı: 8, Ağustos, Eylül, Ekim 1999.

(2) Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR, Mümtaz Turhan ve Batılılaşma Meselesi, Sayfa: 180-181, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995.

(3), (7) Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Sayfa: 34-35; 86, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999.

(4), (5) Oğuz ADANIR, Kültür ile zihniyet, Sayfa: 26; 24, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Sayı: 23, Mayıs, Haziran, Temmuz 2003.

(6) Hüsamettin İNAÇ, Avrupa Birliği Entegrasyonu Sürecinde Türkiye’nin Kimlik Problemleri, Sayfa: 188, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Sayı: 23, Mayıs, Haziran, Temmuz 2003.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -