Ana Sayfa 1998-2012 Bitmeyen emperyal düşler

Bitmeyen emperyal düşler

11 Eylül 2001 tarihindeki İkiz Kuleler saldırısının ardından Samuel Hungtington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabındaki senaryoyu uygulamaya koyarak, Asya’ya yeni bir haçlı saldırısı başlatan ABD; doğu’daki ezilen ulusların uyanışını bastırma, Asya’daki enerji merkezlerini kontrol altına alma, yarattığı savaş ve terör ortamıyla kendi silah tekellerini daha da varsıllaştırma gibi çok yönlü amaçlar gütmektedir. ABD bu stratejisini, güdümündeki Avrupa Birliği’nin desteği ile birlikte ya “demokrasi projesi” adı altında kendi güdümünde sivil darbeler planlayarak, işgale, sömürgeleştirmeye açık toplumlar yaratarak ya da Afganistan, Irak örneklerinde olduğu gibi doğrudan silâhlı işgal yoluyla yürütmektedir. İran, Suriye gibi devletler, tıpkı Irak ve Afganistan gibi “demokrasi projesi” ne, içeriden fethedilmeye kapalı yönetim yapılarına sahip oldukları için bu ülkeleri silâhlı işgalle sömürgeleştirmekten başka seçenek yoktur.

- Reklam -

ABD’nin demokratikleştirdiği (!), serbest piyasa düzenini egemen kıldığı Irak’tan sonra BOP çerçevesinde demokratikleştirme sırasının İran ve Suriye’ye geldiği bilinmektedir. Türkiye’ye bu projede “ılımlı islam” modeli ile truva atı rolü biçilmektedir. Üniter yapısı, güçlü ordusu, ulusal ruha sahip halkıyla bu role direnebilecek bir Türkiye yerine, ordusu etkisizleştirilmiş, bağımlı hâle getirilmiş, devletinin üniter yapısı tasfiye edilerek eyaletlere bölünmüş, ekonomisi ve stratejik kurumları özelleştirme adı altında tamamen kontrol altına alınmış ve de ulusal kimliği köreltilmiş insanlardan oluşan bir Türkiye’ye bu projede istenen her türlü rolü vermek çok kolay olacaktır.Türkiye’nin gerçekle şmeyecek, en iyi olasılıkla eşit, egemen bir üyelikle sonuçlanmayacak AB üyeliği süreci bu senaryoya elverişli bir zemin hazırlamaktadır.

Orta Doğu ve Asya’yı sömürgeleştirmek isteyen Batı emperyalizmi, tam bağımsız bir Türk devletinin bunun önündeki en büyük engel olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu yüzden tüm planlarının aksamaya uğramaması için; çok jeostratejik bir konumda bulunan Türkiye’nin Türklere bırakılamayacak kadar önemli olduğunun ayrımındadır. Haçlı seferlerinden bu yana bu coğrafyayı Türksüzleştirmek batı sömürgecilerinin her zaman düşü olmuştur. Bu düşlerine Sevr Antlaşması ile ulaşacağını düşünen batı; Türklerdeki Kuvayı Milliye ruhunu ve onun yüzyıllara damgasını vuran önderi Mustafa Kemal’i hesaba katmama aymazlığına düşmüş ve bu emperyal düşü kâbusa dönüşmüştü. Ve bu aymazlığın bedelini uğradıkları büyük hezimetle ve bu hezimetin sonucu olarak hiçbir zaman içlerine sindiremeyecekleri Lozan Antlaşması’nın kabulüyle ödediler. Batılılar bu antlaşmayla; ülkemiz üzerindeki sömürgeci emellerini yaşama geçirmelerinin Türkiye’nin tam bağımsızlığını ve egemenliğini kökleştiren Mustafa Kemal’in bedensel ve düşünsel varlığı ortadan kalkmadan mümkün olmadığını anladılar. 10 Kasım 1938’de bedensel varlığı ortadan kalkan Atatürk’ün, Türk’ü tam bağımsız yaşatacak ve kültürünü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşıyacak olan düşünceleri de ortadan kaldırılmalıydı. Bu amaç için yapılan ilk hamlelerden biri; ekonominin bağımlı hâle getirilmesiydi. İkili ticaret antlaşmaları, Truman doktrini, Marshall yardımı derken giderek bağımlılaşan Türkiye; serbest piyasa ekonomisi gereği denilerek 1980’den sonra IMF, Dünya Bankası’na alıştırıldı. Öylesine tehlikeli bir bağımlılıktı ki bu; dünyada bu kurumların reçetelerini uygulayan ülkeler için tıpkı uyuşturucu bağımlılığı gibi sonu ölümdü. Ve ekonomik bağımsızlığın yitirilmesi siyasal bağımsızlığın yitirilmesini de beraberinde getirmekteydi.

Amerikancı devrimlerin finansörü George Soros “Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” derken ABD’nin Türkiye’ye bakışını yansıtmaktaydı. 1 Mart’ta TBMM gündemine gelen, Türkiye’de asker bulundurma ve mehmetçiği coniye kalkan yapma tezkeresinde somutlaşan bu bakışa; bu tezkerenin reddinin ulusal iradenin zaman zaman yaşam bularak Amerika’nın çıkarlarına set olabileceği iletisi yanıt olmaktaydı.Bu yanıta yanıt, askerlerimizin başına geçirilen çuvaldı. Türkiye’nin başına çuval geçirme süreci; bu büyük meydan okumaya gereken yanıt verilemediği için büyük bir hız kazandı. İşte çuval geçirme sürecinde onurumuzu kıran gelişmeler:

• IMF ve Dünya Bankası’na verilen sözler doğrultusunda en stratejik kurumlar yok pahasına elden çıkarılmakta, çoğu yabancılara satılmaktadır.

• -Diğer yandan ulusal güvenliğimizi, bütünlüğümüzü yakından ilgilendiren olumsuz gelişmeler hız kazanmıştır. Oysa ki Millî Güvenlik Kurulu yetkisizleştirilmiş, etkisizleştirilmiştir. Peşmerge başı Barzanî arkasındaki emperyalist destekle; 8 yıl içinde Kürdistan’ın siyasal bağımsızlığının ilan edileceğini açıklamaktadır. Irak’ı demokratikleştiren sözde stratejik ortağımız ABD, Telafer operasyonu adı altında Türkmenleri katletmiş ve Türkmenlerin Kürtler tarafından katline, PKK’nın Kerkük’te 30’un üzerinde büro açmasına göz yummuş, kırmızı çizgilerimizden eser bırakmamıştır. Bu gerçekler gün yüzü gibi ortadayken; izlediğimiz teslimiyetçi, âciz Irak politikası ve AB üyeliği uğruna çıkarılan terörle mücadelede zaafiyet yaratan yasalar nedeniyle PKK terörü K. Irak’ta beslenerek giderek eski gücünü yakalamakta ve sıklaşan şehit haberlerinin yüreklere düşürdüğü kor tüm vatanseverleri isyanlara sürüklemektedir. Ordumuzun terörün belini Kuzey Irak’a yaptığı operasyonlarla kırdığı herkes tarafından iyi bilinmektedir ama “gerekirse K. Irak’a gireriz” diyenler, koşulların bu operasyonu gerektirdiği apaçık ortadayken, ABD izin vermediği, dahası sinsice “PKK kartı” oynadığı için bunu gerçekleştirememektedir. Ülkemizin güneydoğusuna “Kürdistan”, PKK’lı teröristlere “milis” diyen iki yüzlü Avrupalılar, teröristlere yönelik operasyonlara bile karşı çıkma cüretini göstermektedir ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bu katillere af bile gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.

• Öte yandan yıllar yılı “ulusal dava”mız olan Kıbrıs, çözümcü (?) hükûmetimiz tarafından 3 Ekim’de başlayacak ucu açık AB üyeliği müzakereleri uğruna özelleştirilmektedir. Hukukçuların üzerinde birleştiği, Rauf Denktaş’ın söylemeye dilim varmıyor dediği gerçek şudur: “Gümrük Birliği ek protokolünün imzası fiilî tanıma anlamına gelmektedir”

- Reklam -

İhaneti tartışmaya açılamayacak kadar tarihsel bir gerçek olan Vahdettin’in aklanma çabaları tüm bu gelişmelerin sıcaklığında anlamlıdır.

Tarihin yinelenmekte olduğu doğrudur. Ama şu iyi bilinmeli ki; Büyük Ortadoğu Projesi’nin kahramanı Vahdettin’i aklamaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Ulusal uyanış dalga dalga büyüyecek; Sevrcileri ve onların “Vahdettin modeli”ni yarattığı tsunamide boğacaktır.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -