Ana Sayfa 1998-2012 Bir Sorun Var mı? Kopenhag Kriterleri Sorusu

Bir Sorun Var mı? Kopenhag Kriterleri Sorusu

34 yıldır Birleşmiş Milletler’de bekletilen, hiçbir hükûmet başkanının ve dış işleri bakanının imzalamaya cesaret edemediği “Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Bireysel Siyasî Haklar Sözleşmesi” kimseden icazet alınmadan ve telefon aracılığı ile bir temsilciye imza ettirilmiştir. Vahim şartlar getiren ve teröriste yol gösteren bu sözleşmeler imzalanırken hükûmet ortağına bile haber verilmemiştir.

- Reklam -

Avrupa Birliği’ne girme sürecinde birleşimi temin için 05.09.1990 Haziran tarihinde toplanan Avrupa devletleri kendi aralarında katılan devletler için insan yaşamında insanî boyutları tespit etti. Bu toplantının kısaltılmış adı (A.G.İ.T.) olarak belirlendi. Açık yazımı da Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı olarak görüntülendi.

AGİT’in, tespit ettiği bu kriterler için daha önce 1989 yılı Haziran ayı içinde Moskova’da yapılmış bulunan toplantıda bir zemin çizilmişti. Bu toplantıya katılan devletler zirve için 10 Temmuz 1990 tarihini seçmişler ve yer olarak Paris’i belirlemişlerdi.

Çok geçmeden Türkiye’nin de katıldığı bir başka toplantı Helsinki’de yapıldı. Helsinki Toplantısında bir nihaî senet belirlendi. Senedin 12 ci. maddesinde Kriterler Kopenhag olarak yazıldı. Asılda 45 madde ve bir çok bentten oluşan bu kriterler, Ekonomik ve Siyasal şartların çizgisini ya da çerçevesini oluşturmuşlardı. Dolayısıyla katılan devletlerin Avrupa Birliği’nce alınmış ve hâlen geçerli ve yürürlükte olan kararları geriye dönük olarak da kayıtsız ve şartsız kabul ettikleri sayılmış oldu.

Birinci bölüm olarak ele alınan Kriterler EKONOMİK şartlar altında toplanıp kaide olarak öngördüğü bir çerçeve çizilmiştir. Örneğin bu çerçeve içindeki kaideler “Serbest Piyasa pazarı, açık rekabet, liberal ekonomi gibi piyasa gücü sağlam, gümrük sınırları olmayan dayanıklı bir sistem” içermektedir.

Buna k rşın istikrarsız ekonomik düzenimizde, engellerimiz olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin AB’ye giriş için Gümrük Birliği’ni senelerce önce gerçekleştirdiği bir vâkıadır. Bu nedenle Avrupa devletlerinin Devletimize bu yönde bir baskısı da söz konusu değildir. Ekonomik şartlar bizim için makbul şartlardır.

Oysa bizi zorlayan ve bize dayatılan şartlar daha ziyade ikinci bölümde çizilen Siyasî Konulardaki şartlardır. Bu yoldaki çalışmalar asla kabul görmeyecek düşünceleri kapsamaktadır. Kopenhang’ta kabul edilen Kriterler genelde ülkemizin üniter yapısını bozucu, tahrip edici şekilde çizilmiştir.

- Reklam -

Toplantıya katılan devletlerin belirlediği kriterler olarak İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri korumak ve de gelişmesini sağlamak için gerçekleştirilmiştir. Ancak Devletimize dayatılan, demokratik haklar, hukuk devletine dayalı toplumsal gelişmeler, bireysel ortamda belirlenen ve çerçevesi çizilen siyasî haklar, medenî haklar, çocuk hakları, göçmen sorunları, örgütlenme ve sendika kurma hakkı, azınlık hakkı, ülkeyi terk etme hakkı, mecburî askerliğe itiraz etme hakkı gibi konularda ele alınmışlardır. Bu çizilen haklar manzumesi, üniter yapımızı bozucu, tahrip edici şekilde kaleme alınmışlardır. Bu kriterler, gelecekte hükümranlık hakkımızı zedeleyecek kaideleri içerdiği içindir ki; kabul edilmesi mümkün değildir.

Yukarıda kısaca izahına çalıştığımız ve Devletimize dayatılan önerileri sakınca koymadan kabul ettiğimiz takdirde öncelikle siyasî partilerimizin “Din, Mezhep, Dinsel Etnik” farklılıklara göre kurulmasına bir zemin hazırlanmış olacaktır. Devletimizin Atatürk ilke ve inkılâpları çerçevesinde saptanan üniter devlet yapısını tahrip edecektir. Bozacaktır.

Gene bir başka olay da Devletimizi emrivaki şeklinde bir risk altına koyan Birleşmiş Milletler’in, “Bireysel, Siyasal ve Kültürel Haklar” ile “Bireysel ve Siyasal haklar” sözleşmelerinin gündeme getirilmesidir. İşin daha vahim olanı da çok gizli bir temsilciye imza ettirilen bu sözleşmeler esas gaye dinsel ve etnik gurup olarak azınlıkları sayan hükümleri yürürlüğe sokmaktadır.

Anladığımız gibi, Kopenhag Kriterleri bu yolda devletlerin yapısı, yerel yönetimler, anayasaların değiştirilmesini önermesi bir yana, Türkiye’de Türkçe dışında da eğitim, öğretim yapılmasını, yazılı ve sözlü basın ortamı yaratılmasını öneren bu anlaşma üniter devlet yapımızı bozucu, tahrip edici bir yön çizmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda yapılan Lozan Antlaşması ile etnik gruplar sınırı kesin olarak çizilmişti. Artık yeni bir ortam yaratarak yeniden bir etnik gurup tayinini içeren öneriler kabul görmemelidir. İstiklâl Savaşı’nı Türk Milleti’nin bu gibi üniter yapıyı bozan eylemler için yaptığı bilinmektedir.

- Reklam -

1923 yılından sonra belirlenen Devletimizin ana yapısında öğretim ve eğitim Lozan Antlaşması içinde belirlenen etnik gurupların dışında yapılmaması düzenlenen tüm anayasalarımızda açık açık kaideleştirilmiştir. İnkılâp kanunları arasında olan, hattâ özel yasa ile, “3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu” ile bu kaideler hâlen yürürlüktedir. Bu yasa ile kaidelerin anayasalara aykırılığı dahi ileri sürülemez.

Ama gelin görün ki iktidarda bulunan hükûmet kanadındaki bir parti başkanı 34 yıldan beri Birleşmiş Milletler nezdinde bekletilen ve hiçbir hükümet başkanının ve de dış işleri bakanının imza koymaya cesaret edemediği “Halklara Kendi Kaderini Tayin ve Statüleri Serbestçe Seçme Hakkı” getiren, açık bir deyimle teröriste yol gösteren şekilde Kürt kimliğini tanıyan “Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile aynı konuda daha vahim şartlar getiren “Bireysel Siyasal Haklar Sözleşmesi”nin 15 Ağustos 2000 tarihinde kimseden icazet alınmadan, dahası yönetimdeki hükûmet içinde yer alan bir ortağına bile haber vermeden bir temsilciye telefon aracılığı ile imzalattırılması çok üzücüdür. Bu yanlış hareket ile yakın süre içinde Devletimizin ne kadar büyük bir riske sokulduğunu söylemek zorundayız.

Gelecekte bu yarayı kimsenin silemeyeceği açık ve seçik olarak görülecektir. Şimdi böyle açık ve seçik şekilde üniter yapıda belirlenmiş kaideler varken bunları Lozan şartlarını çizercesine yürürlükten kaldırmak mümkün değildir. Çünkü hiçbir Türk yönetimine böyle bir görev verilmemiştir.

Zira geçmişte düzenlenen Anayasalarımız ve 1982 Anayasamızın 11. maddesi hükmü ile yasama, yürütme ve yargı erklerine getirilen kaidelerin bağlayıcı olduğu vurgulanmaktadır. Bunun içindir ki anayasalarımız Atatürk’ün koyduğu inkılâpları Devletin temel taşları olarak belirlemiştir. Bu taşların yerinden oynatılması mümkün değildir.

Bir başka önemli husus daha vardır. O da Kopenhag Kriterlerinin 17. maddesinin (2-4) bentlerinde işaret edilen Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda idam cezasının kaldırılmasını amaçlayan “Bireysel ve Siyasal Haklar” Sözleşmesine dayalı olarak kabul edilen Ek- 2 sayılı Protokol ve Avrupa Sözleşmesi’ne ek 6 No.lu protokol ile idam cezasının kaldırılması hükmü günümüzde Türkiye için geçerli olmamalıdır. Daha önce bu yönde Orkun Mecmuasında “İdam Cezasının Hukuktaki Yeri” makalemizde bu durumu açıkça izah etmiş bulunuyoruz. Dünya devletlerinin bir çoğunda yaşam, idam cezasının kaldırmasını önlemektedir. İngiltere, protokol öncüsü olmasına karşın idam cezasını 1999 Nisan ayı içinde yürürlükten kaldırmış bulunmaktadır. ABD. hâlen cezayı infazdan kaçmamaktadır. Şimdi büyük bir terör tehdidi altında olan ülkemizden kimsenin bu yolda bir istemde bulunmaya hakkı yoktur…
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -