Ana Sayfa 1998-2012 Bir Nâzım Hikmet Vak'ası Analizi

Bir Nâzım Hikmet Vak’ası Analizi

Üniversite öğrencisi bulunduğum yıllara rastladığından ve daha ortaokul son sınıfından itibaden Türkçülük’ü seçmiş biri olduğumdan, ben, Tan Matbaası’nın da tahribi ile sonuçlanmış 4 Aralık 1945 “Komünizmi Tel’in” mitingine de katılmış bir kişiyim. Mitinge nasıl katıldığımı ve mitingin nasıl cereyan ettiğini, hatıralarımı ve fikirlerimi içeren kitapta kendi bakış açımdan ayrıntılı ve samimî olarak anlattım. Burada tekrarlamayacağım. Öğrenci iken olduğumdan şimdi çok daha fazla bilgili ve bilinçli olarak Türkçü’yüm. Öğrenci iken “Irkçı ve Turancı” idim. Bugün artık, Türk ırkı temeli üzerine kurulu bir kültür Türkçü’süyüm. Yani, bugün bir kişi, ben Türk’üm diyorsa ve içtenlikle de madde ve ruh olarak bunun gereğini yapıyorsa o kişi Türk’tür. Meselâ, XIX. yy. da yaşamış olan, “Les Turks Anciens et Modernes” müellifi Mustafa Celâleddin Paşa tamamen Leh (Polonya) asıllı olduğu hâlde Türklük’ü seçmiş, madde ve ruh olarak bu seçimini belgelemiş, bir Osmanlı-Türk zabiti olarak kolordu komutanı rütbesi ile 1876’da şehit düşmüştür. Türk soyundan gelmediği hâlde ruhen “Ne Mutlu Türk’üm” demiş ve ölümüne dek Türklük için yaşamış ve çalışmış daha pek çok kişi saymak mümkündür.

- Reklam -

Öğrenci iken Komünizmin genel olarak insanlık ve özellikle de Türklük ve Türkiye için nasıl bir felâket olduğuna inanıyorsam bugün de aynı kanaatteyim. SSCB’nin yıkılması ile Komünizm çok büyük bir darbe yedi. Komünizmin bugünkü suskunca durumu bizi aldatmamalı. Komünizm ölmedi ve kısa sürede ölmeyecek. Mel’anetini hâlâ – saman altından su yürüterek de olsa – sürdürmektedir.

Türkçüler daima uyanık olmalıdırlar, su uyur Komünizm uyumaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin iki tane büyük düşmanı bulunmaktadır. Bunlardan birisi, masum insanların inançları kisvesi altında asırlardır Türk toplumunu köstekleten, çağa ayak uydurmasını engelleyen, hattâ gerileten güneyden ithal şeriat-irtica, diğeri de daha sonra kuzey yoluyla batıdan ithal olunan Komünizmdir.

Evet, ben komünizmin hem dünya hem de Türkler ve Türkiye için bir “belâ” olduğuna inanıyorum. Benim inancımdan bağımsız olarak da zaten uygulanan Komünizm müseccel bir “Belâ”dır. Bugün Türkiye’de halen komünistler faaliyet hâlindedir ve sureti haktan görünmeye gayret etmektedirler.

Türk komünistler dünya Komünizmini hep çok geriden ve onu anlamadan takip ettiler. Hep bir ayak takımı Komünizmi vardı. Ve daima gayrı millî. Şu günlerde, Batı’da çoktan egemen fikirlerin etkisi ile Komünizmin insanîleşmekte olanını veya asık suratlı sosyalizmi temsil etmekte olanlarda, eski tabirle, bir “intibah”, bir uyanma gözlenmektedir. Yani uluslararası solun bir uydurma, yutturmaca olduğunu anlayan solcularımız, bir “Ulusalcı Sol”a yönelmektedirler. Ben Mümtaz Soysal’ın 2 Ocak 2002 tarihli Cumhuriyet’teki yazısından bir alıntı yapıyorum: “…Solda olmak, elbette evrensel değerlere inanmak ve başka şeyler yanında insanları barış içinde yaşatmayı istemek demektir. Soru şu: Her yerde, her şey dünyadaki dengelere ve egemen genel sisteme bağlı olsa da solda olduğunu söyleyen insanlar olarak bu evrensel değerlerin ve barış isteğinin bütün dünyada gerçekleşmesini mi bekleyeceksiniz, yoksa önceliği kendi halkınıza mı tanırsınız? Önceliğin kendi halkınızda olmasını düşünmek, yani ulusalcı olmak, niçin solculukla çatışır olsun?” Bu meyanda ilginç bulduğum bir yorumu da -hazır bu konuya değinmişken- dile getireyim. 27 Şubat tarihli Sabah’ta Tülay Göktürk şöyle yazıyor: “Ta başından beri içinde taşıdığı şoven milliyetçi eğilimleri uzun yıllar enternasyonalist söylemlerle bastıran ‘sol’, şimdi tarihte ilk defa ulusal sınırların gerçekten ortadan kalkması ihtimali karşısında paniğe kapılıp milliyetçi yüzüyle ortaya çıkmış ve bu noktada ‘sağ’ milliyetçilerle aynı cepheye düşmüştür…”

- Reklam -

Komünist Nâzım Hikmet, vatanına hiyanet etmiştir. Nâzım Hikmet Ran adlı kişi Türkiye Cumhuriyeti adaleti tarafından, askeri isyana teşvik suçundan mahkûm edilmiştir. Mahkemenin kararı tartışılamayacak bir vâkıadır. Tartışılacaksa tüm kararlar tartışılır ve o zaman da kaos başlar. Benim şahsen Komünist Tancılar’a yakın bildiğim Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın tavassutu ile bağışlanan mahkûm Nâzım Hikmet Ran, kendisini bağışlayan Türk ulusuna minnet ve şükranlarını sunacak, en azından istidadı olan şiir alanında edebî değerde eserler verecek yerde, deniz yoluyla, o zaman Türkiye’nin ve Türklük’ün en büyük düşmanı olan SSCB’ye kaçmış ve ayağını karaya basar basmaz dünyanın en aşağılık kaatil diktatörlerinden olan Stalin gibi müseccel bir Türk düşmanını övmüştür. Daha sonra “beni Stalin yarattı…” bile diyecek kadar densizlik sergileyecektir. Nâzım Hikmet Ran denen sabıkalı kaçak, senelerce Komünist Doğu Almanya’nın “Bizim Radyo” denen Türkiye’ye ve Türklere yönelik Türkçe müptezel yayınlarında yer almıştır. O aşağılık yayınların Türkiye ve Türklük’e maliyeti çok yüksektir ve o yayınlar ile beslenen onlarca genç kan akıtmış ve kanını akıtmıştır. Eğer Türkiye-Nâzım Hikmet Ran’ın özlemini çektiği gibi – Komünizmin pençesine düşseydi, Sevr’den beter anlaşmanın altına Nâzım Yoldaş imza atacaktı. Bu, herhâlde onun hayatının en mutlu anı olurdu.

Mutluluktan uçuyorum! /// Yerle bir oldu Osmanlısı Türkü, /// Gerçekleşti Komünist ülkü. /// Şimdi İvanla kardeş Nâzım, /// ötesi ne me lâzım. /// Ne Namık’ı kaldı ne de Mustafa’sı Kemal’in, /// Artık yeni Kâbe Kremlin, /// Sana tapıyorum, ey Stalin! /// Trim tram trum, dan dun dan, /// kıp kızıl oldu vatan, /// Sağcılar, Hadi ordan! /// Vera, Olga, Katerina bana, /// Hadi Türk kızları İvan’ın koynuna! /// Karşı çıkarsa buna Mete, Ayhan, Mustafa, /// Geçirin halatları boyunlarına!

12 Mart anarşistlerini, Gezmiş Çetesi’ni, Abdullah Öcalan’ı analiz edin, onlarda Nâzım Hikmet Ran’ı da bulacaksınız. Otuz bin denen terör kurbanlarında onun da payı var. Ran’ın ve SSCB’nin ömürleri vefa etseydi, Moskova’da Ran ile Öcalan’ın sarmaş dolaş resimlerini de görecektik.

- Reklam -

Bir de bakıyoruz, hiç görmemiş Türk Solu’nun oğlu olan Nâzım Hikmet Ran 2002 yılında resmî kutlama programına alınıyor. Meclisin aritmetiğine bakıyorum, soluk sol renkli bir partinin yani DSP’nin sayısı sadece 129. İkinci sırada ise, meselâ Cumhuriyet gazetesinin, hattâ bütün Nâzımseverler’in “faşist” ve “kaatiller” dediği ve kendisini süper milliyetçi sanan bir ba şka parti var, yani MHP, tam 127- sözüm ona-bozkurt. Sonra gelen iki parti de, yani DYP de ANAP da, milliyetçiyiz diyor. Erbakan taifesi ve türevi de Komünizme dinî sebepten karşı, yani antinazımist. MHP, Türk Kurultayı için para bulamıyor ama Nâzım Hikmet Ran kutlamaları için Kültür Bakanlığı denen bakanlığın, heykel, sempozyumlar, kitaplar vs. için para harcamasına göz yumuyor. Bu işte çok büyük bir terslik var ve üzerinde uzun uzun düşünmemiz lâzım. Benim şahsen havsalam almadı. İçime sindirmek şöyle dursun, midem bulandı, kustum ve kusuyorum. Diğer taraflarını bilmem ama MHP’lilerin çok sağlam midesi olduğu kesin! Türkiye Komünist olmasın, Nâzım Hikmet Ran’ın ideolojisi gerçekleşmesin diye ne kadar genç kanını akıttı, canını verdi ve Türkiye’yi 12 Eylül’e kadar korudu. Komünistler, sol sempatizanlar ve bazı edebiyatçılar Ran’ın 100. doğum yılını özel olarak ve ölçüsünü kaçırmadan kutlayabilirler. Benim açımdan Sultan Vahdettin, düşman gemisi ile kaçmak suretiyle vatana ihanet etmiştir. Ama bildiğim kadarıyla daha sonra Türkiye ve hattâ Mustafa Kemal aleyhine lâf etmemiştir. Yine bildiğim kadarı ile sürgündeki hiçbir Osmanlı, Türkiye aleyhinde bulunmamış, yani Nâzım Hikmet Ran’ın – en hafif tabirle- yaptığı densizliği yapmamıştır. Eğer Osmanlı hanedanı Nâzım Hikmet Ran’ın Komünist Doğu Berlin radyosundan, “Bizim Radyo”dan yaptığı yayına benzer bir yayını, bir Batı veya Arap radyosundan yapsaydı, benim şahsen mensubiyeti ile iftihar ettiğim ve göğsümü gere gere “Cumhuriyet cocuğuyum” dediğim Türkiye Cumhuriyeti çok sıkıntı çeker ve bugün ancak bir kısmını koruyabildiğimiz ve korumak için çabaladığımız kazanımlarımız (müktesebatımız) gerçekleşemezdi. Evet, Osmanlı Hanedanı’nın son mensubu o zamanın düşmanı olan İngilizlerin bir savaş gemisi ile yurdunu terk etmek suretiyle vatana hiyanet etmiştir. Ammaaaa, daha sonra susmak, sabote etmemek denliliği ile soyluluk göstermiştir. Devlete çifte standart yakışmaz. Ya hep ya hiç. Hain haindir, ırkı, rengi, dini, akidesi, ideolojisi rol oynamaz!

Hatırlanacağı üzere Cumhuriyet gazetesi, solcular nezdinde “Bin Yılın Türkleri” anketini yaptı ve sonuçta, Atatürk birinci, Nâzım Hikmet Ran ikinci sırada yer aldı. Solcular Atatürk’ü mü yoksa Nâzım Hikmet Ran’ı mı birinci seçti, bilinmez. Ama batık Akit bir anket düzenleseydi tabiî ki, Said-i Nursî birinci gelirdi. Zaman gazetesi düzenleseydi belki de diğer bir kaçak, emekli vaiz maaşı ile Amerika’da yaşayabilmek mucizesini gösteren -ama vatanını gammazlamayan- Fethullah Gülen kazanırdı. Doğrusu solcularımızın Nâzım Hikmet Ran’ı ikinci sırada göstermesi beni çok ilgilendirdi. Karısının İngiliz olması nedeniyle dışarı açılabilen ve vatanına sövmek suretiyle Alman Kitapçıları Ödülünü alabilen Yaşar Kemal beşinci sıradayken, devrinin en büyük imparatoru, meselâ Almanların “Soliman der Praechtige” veya “Soliman der Gesetzgeber” dedikleri, yani “muhteşem” ve “kanun koyan” dedikleri Sultan Süleyman 14. sırada, Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Hasan Âli Yücel bile Kanunî’den yukarda. Yılmaz Güney, Süleyman’ın altı puan, Kabakçı’nın ve Patrona’nın kıpkızıl ilkel versiyonu Deniz Gezmiş ise yedi puan gerisinde. Doğrusu bu değerlendirmeyi okuyunca aklıma, bin yıl ipini sekizinci sırada göğüsleyen Aziz Nesin’in “Türklerin yüzde altmışı aptaldır” değerlendirmesi geldi. Herhâlde Nesin, “solcuların yüzde altmışı” demek istemiş olmalı. Ben yine de bazı solcularımıza haksızlık etmemiş olmak için “ankete katılan solcuların yüzde altmışı aptal” diyeyim.

Ben sıradan bir vatandaşım… Hele hele edebiyat denince temmuz ayında donma noktasındayım. Bu bakımdan Nâzım Hikmet Ran’ın edebî değerini bilemem. Okuduğum şiirleri de okuduğum bir yazının içinde tesadüfen zikredilen kadar. Aşırı sağcılardan da şiirlerini beğenenler olduğuna göre iyi bir şair olmalı. Ben, İslâmcı olduğu için Mehmet Âkif’e de pek sempati duymam. Şöyle bir göz gezdirdiğim Safahat ise hem fikir hem de şiir olarak çok etkileyici.

Malûmlardan İlhan Selçuk, Nâzım Hikmet Ran için “Gezegenlerin Şairi” buyurmuş (Cumhuriyet 26.12.2002). Benim konum değil ama herhâlde Nobel ödülü gezegenleri kapsamadığı için Şeyh-ül Şüera Nâzım Hikmet Ran kaplama alanı dışında kalmış olmalı. Belki de Galaxi-Edebiyat-ödülü almıştır da ben garip duymamışımdır. Hürriyet gazetesinden Özdemir İnce, Nâzım Hikmet Ran için, Atatürk’ten sonra dünyada en fazla tanınan Türk, diyor. Özdemir İnce hangi dünyayı kastediyor, bilmiyorum. Ama, Ran’ın sözüm ona yanıp tutuştuğu ve kurtarmak için hapse girdiği Türk proletaryasına sorsak bir bilen çıkmaz. Olsa olsa Moskova’da Sovyet kalıntısı bir avuç insan ve Vera yengemizin akraba, hısım ve komşuları “Ha! Şu Türk mü?” diye hatırlarlar. Attilâ İlhan da ünlü “Hangi?” serisinin birinde, Fransız komünistlerinin bile Nâzım Hikmet Ran’ı şöyle bir tanımasını hayretle yazar. Bendeki Brockhaus Enzyklopaedie de tek sütun sekiz on satır ayırmış sadece. Sovyet Ansiklopedisi bende zaten yok…

Nâzım Hikmet Ran’da bir Sultan Galiyev, bir İmre Nagy, bir Cilas, bir Dubçek, hattâ bir Aybar ruhu bulamazsınız. Önce Stalin’e, beni yaratan diyecek, sonra SSCB uyrukluğu için Brejnev’e yalvaracak yaradılıştadır. Eğer Stalin Moskovası onu bunaltsaydı, oksijeni daha fazla olan meselâ, Fransız Komünist Partisi’ne katılabilirdi. Paris’te Vera yoksa da Attilâ İlhan’ın koca göğüslü arkadaşı anarşist Magda vardı. Hem canım bu işlerde Nâzım Hikmet Ran şairliğini aratmayacak kadar mahirdi. Bakın gider ayak bir de Azerî yengemiz çıktı. Adile Hüseyinova (Cumhuriyet gazetesi, 13 Ocak 2002, sayfa 20).

Dediğim gibi edebiyat benim fikir yürütemeyeceğim ve yürütmemem gereken bir alan. Ancak edindiğim intiba, Nâzım Hikmet Ran’ın iyi -belki de birinci sınıf- bir şair olduğu merkezindedir. Bizim komünistlerimizin bir özelliği vardır ve ben, Turhan Feyzioğlu’ndan duyduğum bu özelliği gereğinde sık tekrarlarım. Oldukça ağır olan bu özelliği biraz rötuşlayarak, komünistlerimiz yüzleri kızarmadan yalan söyleyebilirler, diyeceğim. Ran’ın değerlendirilmesi şu anda bu durumda. Fakat onun sırf ideolojik kişiliğini ve dolayısıyla artık komada bulunan Komünizmi yüceltmek için, gelmiş geçmiş ve yaşamakta olan şairlerimizi ikinci sınıf şair bile saymamak eğilimi kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu bakımdan, ben solcu edebiyatçılarımızı da mensubu oldukları sanat dalının namusunu korumaları açısından, doğru değerlendirmeye davet ediyorum. Bugünün yarını da var. Edebî kişiliklerine ideolojik kirlilik bulaştırmasınlar. Dünyaya da kepaze olmayalım.

Kişisel kanaatim Bakan Talay’ın Nâzım Hikmet Ran konusunda ideolojik sempati içinde olduğu şeklindedir. Her ne kadar Talay, “Kültür Bakanlığı olarak Nâzım’ın ideolojisiyle değil sanatı ile ilgiliyiz” demişse de! (Cumhuriyet gazetesi 20.01.2002). Ben, Nâzım Hikmet Ran’ın şiirlerinin ne kadar ideolojik olduğunu tartışacak kişi değilim. Ama bu hususta en yetkili “bilirkişi” sayılabilecek Attilâ İlhan, “Hangi Sol?”da söyle diyor: “…. Nâzım Hikmet, malûm, her şeyiyle sosyalist bir sanatçıdır. Şiirinin estetiği, nesnel gerçeğin ozanın özel merceğinden geçerek yeniden yaratılmasına da dayanır. Üstelik bu işlem yapılırken Freville’nin, Plekhanov’dan çıkardığı, (ucu sanırım Çerniçevskiy’e kadar dayanan) şu sıra izlenir: Üretim ilişkileri/ toplumsal ilişkiler/ toplumsal (Sınıfsal) psikoloji/ bireysel psikoloji/ bunun imgeye dönüşümü/ imgenin sözcük, ses, çizgi, renk olarak estetik bileşime aktarışı…” Ben İlhan’ın (4. basım sayfa 252) ifadesinden, Ran’ın şiirleri ideolojiktir, anlamını çıkardım. Ran’ın şiirleri balık mı ki kılçıklarını yani ideolojisini ayırabilesiniz sayın Talay? Unutmayın Nâzım Hikmet Ran çok kılçıklı bir balıktır, umarım boğazınızda kalmaz! Şunu kabul etmeliyiz ki, sosyal demokrasinin, veya demokratik sol’un uzak akrabasıdır Komünizm. Hadi biraz daha yumuşatayım ve uzaktan hısmıdır diyeyim. Ama sonra sayın bakana bunun faturası çıkabilir. Yarın bir MHP’li kültür bakanı bu faturayı uzatabilir. Ya öbür gün SP’li veya AKP’li biri kültür bakanı olursa ve “Vahdettin” demeyip de Said-i Nursî’nin 130. doğum gününü kutlayacağız derse ne olacak? Her hâlde Nâzımseverlerin sayısı, Bediüzzamanseverlerin sayısının yanında solda sıfır kalır. Ya onlar da AKM’de kutlama isterlerse ne olacak? Nursî’nin isyan nedeniyle kurduğu fırka kapatıldı, hapis yattı, sürüldü, hâlâ okunan, revaçta olan kitaplar yazdı, kelli felli hattâ TBMM’de bile müritleri var. Ama başka puanları da var. Yurt dışına kaçmadı, yurt dışında Türkiye aleyhinde çalışmadı, uyruğunu değiştirmedi, uçkuruna hâkim oldu ve doğduğu topraklarda öldü.

Eğer bir ülkede, ülkeyi korumak maksadı ile oluşturulan örgüte “çete” deniyorsa; buna mukabil aynı ülkede bu çetenin(!?) savaştığı ve ülkeyi Komünist yapmak isteyen bir başka örgüte çete denmeyip de idam olunan lideri millî kahraman sayılıyorsa ve onun için film çevirip paneller düzenleniyorsa; eğer bir ülkede bir hain gammaz sırf şiir yazıyor diye yüceltiliyorsa, bu işte büyük bir terslik, bir çifte standart var demektir. Ve de bütün bunlara reaksiyon göstermeyen sağda bir atalet, bir meskenet, bir vurdum duymazlık ve hattâ vahim bir .onur sorunu var demektir.

Bu kutlamalar edebî-sanatsal mı yoksa ideolojik mi? Yüzde yüz ideolojik. Öyle ki Cem Karaca’ya bile şiir okutturmadılar. Kıtıpiyos bed sesli biri de olsa hattâ AKM’nin sahnesi ona açık, yeter ki hızlı solcu olsun! Sanatçılar Taksim’e yürümüşler ve şair Nihat Ateş şöyle demiş: “(Bu Memleket Bizim, Nâzım Bu Memleketin) diyerek başlattığımız sevdalımızın Komünist’ olduğunu vurgulayarak, onun temsil ettiği sol değerlerin içinin boşaltılmasına izin vermeyeceğimizi her fırsatta söyleyerek sosyalizmin bu sembol isminin mücadelesi, şiiri, aşkı ve ideolojisiyle bir bütün olarak yaşatılması gerektiğine inanarak yükselttiğimiz kavgamızı devam ettiriyoruz.” (Cumhuriyet gazetesi 16.01.2002, sayfa 7). Başörtüsü dayatması ve Kürtçe Eğitim girişimi ne kadar samimiyetsiz ve art niyetli ise, Nâzım Hikmet Ran kutlamaları da o kadar samimiyetsiz ve art niyetlidir, hepsi birer Truva Atı’dır. Yani şair Nihat Ateş daha ne desin. 2002’de, 1848 manifestosu böyle olur. Bir tarafta Türk kurultayı için tahsisat yok deyip kendi bakanını harcayan, ama Nâzım Hikmet Ran kutlamaları harcamalarına göz yuman ve MHP’lilere kasden ve devamlı (Cumhuriyet 05.03.2002, sayfa 6, Oktay Ekinci) faşist-kaatil dedirten ve gazetesini batmaktan kurtarmak için devleti hortumlama turu atan şeddeli solcu İlhan Selçuk ile muhabbet eden bir Devlet Bahçeli, diğer tarafta kendini sömürge valisi sanan Karen Fogg’u haklı bulan Mesut Yılmaz ve Doğu Türkistan’ın Rusya’da olmadığını Amerikalı gazetecilerden öğrenen Bülent Ecevit.

18.01.2002 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberine göre CHP Ankara İl Başkanlığı Nâzım Hikmet’in 100. doğum yıldönümünü sanatçının anısına hazırlanan 12 kiloluk yaş günü pastasını keserek kutlamış. Bu marjinal parti, ben Atatürk’ün partisiyim diye tepinip duruyor. Doğum gününü kutladıkları adam ise Atatürk zamanında orduyu isyana teşvikten yargılanıyor ve mahkûm oluyor. Atatürk de Ran’ın komünist olduğunu ve orduyu isyana teşvik ettiğini kabul ediyor. Şimdi bu CHP’ye sorulmaz mı, siz ne biçim Atatürkçüsünüz, diye! Atatürk’ün içinden çıktığı Türk’ün en kutsal ocağını isyana teşvik edeni pasta ile kutlayacaksınız! Eliniz değmişken bari diğer asileri de unutmayın, onların hatırları kalmasın! Bir utanç verici durum daha: “…. Nâzım Sultanbeyli’de anıldı. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Sultanbeyli Şubesi Eğitim Komisyonu, Nâzım Hikmet’in anısına şiir ve müzik dinletisi düzenledi…” (Cumhuriyet, 26.02.2002). Yani Atatürkçü Düşünce=Komünist Düşünce mi? Efendiler, ADD’liler, Atatürk’ün büstüne saldıran Ticanîler sizin kadar saygısız olmadılar.

Altemur Kılıç, Türkiye gazetesinin 22.01.2002 tarihli nüshasında, “… Kore’de çarpışan askerlerimize “Teslim ol Ahmet!” diye yazdığı şiir, ben şahit oldum, siperlerimizin üzerine atılmıştı…” diyor. Ben Kore Savaşı evvelinde ve çıktığında Kars Türk-SSCB sınırında asteğmen olarak hudut subayı idim. Türkler Kore’ye asker göndermesin diye Ruslar ellerinden gelen mel’aneti yaptılar. Devamlı teyakkuz durumunda idik ve bir Rus taarruzunu bekliyorduk. Bir çatışma olsaydı, demek ki ben de Selânik doğumlu bir Rus şairinin “… teslim ol!…” çağrısı ile karşılaşacak ve beni öldürmek için taarruz eden benim gibi asker İvan’a saygı duyacak, ama şaire “… Hain!…” diyecek ve göğsümde “Nazlı Hilâl”, ilâve edecektim, “Hangi hain beni caydıracakmış şaşarım…”

Bir toplum, normal olan “ehem”i “mühim”e tercih yerine, “mühim”i, “ehem”e tercih ederse tarihine saygısızlık bir yana geleceğe de kötü bir örnek olur. Biz şimdi bu durumla karşı karşıyayız ve sağ entelekyanın vahim aksaması söz konusudur. Özellikle Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın resmî kişi olarak tutumu, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Vatansever” ve “Vatansevmez” ayrımının ne olduğu hususunda ciddî bir sorun yaratmıştır. “Vatanperverlik”in klâsik parametrelerini değiştirenler, yerine hangi parametreleri koyacaklardır? Ben yarın KKTC’deki Türk askerlerine;

“Ayhan, Gürkan, Erdoğan, /// Kıbrıs değildir özvatan, /// Aksini söyleyen şarlatan, Seni bekliyor yurdunda, /// Ayça, Aydan, Güldan.”

diye, şiir yazsam, ne olacak? Veya Afganistan’a gidecek askerleri caydırmaya kalksam,

“Olma uzak ellerde ne şehit ne gazi, /// Dedirtme kendine Afgan’a gitti Niyazi.”

desem ne olacak? Ne polemik yapıyorum, ne de abartıyorum. Cevap bekliyorum. Bakanın elinde iki tarafı da kakalı bir sopa var. Her ulusu ayakta tutan parametreler vardır. “Vatanseverlik” önemli parametrelerden birisidir. Türk toplumunda askerin savaşması “vatanseverlik” ile özdeştir. Şimdi soruyorum: “Ahmet teslim ol!” çağrısını nereye oturtacağız? Fikir özgürlüğüne mi? Nedir Nâzım Hikmet Ran’daki bu Türk askerini ifsat psikozu? Talay’a bir önerim var: Nâzım Hikmet Ran’ın en büyük ‘devlet sanatçısı’ olması için de hemen önayak olun ve misyonunuzu tamamlayın. Çünkü kavalcıyı izleyen böyle munis 126 bozkurt’u bir daha TBMM’de bulamayacaksınız!

Şu hususu da göz önünde tutmalıyız. Bir Nâzım Hikmet Ran olmasaydı Türk edebiyatı ne kaybederdi ve ne kazanırdı? Birinci sorunun cevabı anlaşılan (+) oluyor. Ben adı geçenin fikir yürüttüğünü bilmiyorum. Marksizm, şairlerin anlamayacağı kadar komplike bir sistemdir. Ünlü ve yaşayan Marksistlerimizden şair ve fikir adamı Attilâ İlhan diyalektiği bile Paris’te Renault işçisi bilmem kimden, Miss Higgins’ten ve koca göğüslü Magda’dan öğrendiğini itiraf eder. Ben yine de çok iyi eğitim ve öğretim veren Rusya’nın bir KUTV mezunu olan Ran Komünizmi biliyor sayayım. Ama Ran’ın fikir katkısı yoktur ve sonuç (-)’dir. Toplumun ne kazandığı ve ne kaybettiğine gelince, toplum hiçbir şey kazanmadı amma çok şey kaybetti. Aslında yüz tane (-) işareti yetmez. Sonuç (-)lerdir, yani iyi ki doğdun değil, keşke doğmasaydın! Ama Nâzım Hikmet Ran’a bir “Keşke” daha var. Keşke siz de sizden on yaş büyük Sultan Galiyev’in yolundan gitseydiniz ve Komünizmin sadece Rus emperyalizminin bir aracı durumuna getirildiğini kabul edip önce Türk, sonra komünist olsaydınız. O zaman Stalin’e tapmadan, “Ahmet”i ihanete çağırmadan ve ite kaka, binbir makyajla 2002’nin adamı olmadan da büyürdünüz. Üç-beş slogancının ve eşirranın ağzında değil, onlarca Türk’ün kalbinde yeriniz olurdu. Belki Atatürk’ten sonra ikinci değil yüzüncü sırayı bile tutturamazdınız. Ama onurlu bir yeriniz olurdu. H. Pulur’un bir yazısında okudum. Yusuf Ziya Ortaç sizin için, nankör çocuk…

Putu kırıyorum derken, pot kırdığının farkında mısın? demiş. Evet nankör olmasaydınız ve önce Türk sonra komünist olsaydınız… Ama nerde o Sultan Galiyev yüreği sizde!

Bakın, bütün Türk büyükleri size sırtlarını dönmüşler, /// Yalnızsınız o diyarda, /// Mezarınız ister orada, ister burada olsa da. /// Beklediğiniz ne acaba? /// Biliyorum, sadece bir “Merhaba!”/// Ne bir Huri ne bir kevser şarabı, ///Tanrım, ne büyük kabir azabı! /// Oysaki ağıt yakmış pek çok şair, /// Sizin hoyratça teptiğiniz, o vatan toprağına dair, /// Yatın siz o arzı Mev’ud’da, /// Sizi yaradanın yakınında, /// Hem sonra biz, /// Nasıl hesap veririz, //// Kore Şehit’i “Ahmet”e, /// Ne deriz!.

Türk edebiyatı ve dili onlarca kişinin çalışmaları sonucu bugünkü düzeyine gelmiş bulunmaktadır. Bunlar içinde Ran’a eşdeğer ve ondan üstün pek çok değer vardır. Onlara ve edebiyatımıza ihanet edilmiştir. Anlaşılan Türkiye’de edebiyat tarihçisi ve eleştirmenleri yoktur veya eşirra karşısında pes edecek kadar meslekî onurdan ve sorumluluktan yoksundurlar. Neyse ki Zaman gazetesinde bazı isimler öne çıkarılarak Türk edebiyatının bu ayıbı örtülmeye çalışıldı, eşirra veveylâsı nedeniyle ses getirmediyse de. Nâzım Hikmet Vak’ası, dışta Ermeni lobisi ne ise içte onun gibi çalışan eski tüfeklerin bir başarısı, buna mukabil sağın meskenetinin – hazin ve de düşündürücü – bir belgesidir. Ancak eski tüfeklerin bu başarısı Nâzım Hikmet Ran’ın bir siyasî mevta olma durumunu değiştirmez. Çünkü esrarengizlik rantı da kalmadı, mal artık meydanda. Ama yine de çok dikkatli olunmalı. Kitabı, vakfı, derneği, heykeli, büstü, posteri, parkı, çınarı, semti, caddesi, sokağı derken kızıl faşist mürteciler ortamı kirletirler. Dikkat, Komünizm, şiir-edebiyat postu ile ve salam taktiği ile çoğu geçmişten habersiz gençleri ifsat etmek peşinde. Unutmayalım, Microsoft’un tüm programlarını üniversitede ve evde kullanırken McDonald’ı kapattırdıkları için ODTÜ’de şecaat arzedenler var. ‘Yollar yürümekle aşınmaz’ mantığına benzer bir ‘kutlamalardan zarar gelmez’ mantığı ile yola çıkıp 1980 öncesi faturasına benzer bir fatura ödemek istemiyorsak aşırılıklara zamanında ve uygarca dur demek gerek.

Bir Türkçü olarak ekserisi gayrımillî olan komünistlere sempati duymam mümkün değildir. Ancak yurtdışına kaçmayan veya en azından kaçmakla beraber Türkiye aleyhinde çalışmamış; Türk askerine, komünist Çinlilere ve Kuzey Korelilere teslim ol, dememiş; menfur kaatil! Türk düşmanı Stalin’i tanrılaştırmamış olanlara başka gözle bakıyorum. Nâzım Hikmet Ran’ın bana bu faydası oldu! Çünkü vatanını gammazlayan bir Nâzım Hikmet Ran, yukarda alıntı yaptığım Gülay Göktürk’ün yorumunun da, yani, şoven milliyetçi eğilimlerini uzun yıllar enternasyonalist söylemlerle bastıran, yorumunun da dışına düşüyor.

Sonuç: Kanaatimce Nâzım Hikmet Ran, “hiyanet” niteliğinde hatalar yapmış, Rus emperyalizmi tarafından da kullanılmıştır. Şimdi de ona, yenik ve süngüsü düşmüş eski tüfekler ihanet etmekte ve Komünizmi canlı tutmak için onu kullanmaktadırlar, gayeleri kesinlikle üzüm yemek değildir. Maksadını aşan “kutlama”, ölçüsünü aşan “tepki” doğurur! En doğrusu Nâzım Hikmet’i tarihin yargısı ile başbaşa bırakmaktır. Ben şahsen bu satırları yazmak zorunda kaldığım için yine de üzgünüm. Ama Kore Şehidi yaşıtım Ahmet’e borcum var: Ahmet, bizler sana karşı gaflet, dalâlet, hattâ hiyanet içindeyiz, bizi bağışla ve ışık içinde yat kardeşim!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -