Ana Sayfa 1998-2012 Aydınlık yolda“Yeni bir çalışma”

Aydınlık yolda“Yeni bir çalışma”

GÜNÜMÜZDE politika içinde karşılıklı serzenişler çevresinde kendimizi dolaştırmaya kalkarsak, gördüklerimiz bizleri yeni çalışmalar içine çekecektir.

- Reklam -

Devletimiz çevresinde gelişen son olaylar, bir IRAK, bir KIBRIS ve de İsrail-Arap çekişmeleri olarak görüntülense de, tümü Türkiye Cumhuriyeti’ni yakından ilgilendirmektedir.

Kıbrıs’ta yaşanan referandum olayı yürekleri yakmıştır. Türk halkının evet oyunun sonuçta fayda getirdiğini söylemek yanlış olur. Kuzey Kıbrıs, AB üyiliğine henüz alınmamıştır, ama bir devlet olarak tanınacak söylentileri içindeki vaatlere de kapılmamak gerekliliğini düşünmeliyiz. Zira son ANNAN raporunda hâlen Kıbrıs Türk Devleti yerine Kıbrıs Türk halkı tabirinin kullanılması zihinlerde eski sorunların bitmediğinin işaretidir.

Gelecek günlerde, evet oyu ile gösterilmiş hoşgörünün karşısında düşman sayılanların Kıbrıs Türkünün iyiliğine yönelik tavırlarını göstermeyeceklerini de unutmamalıyız.

Gerçek şudur; Düşmanı dost edinmek o kadar tehlikelidir ki, vaatlere kanmakla sonuçta dost geçinmenin bile Türk milletine yararlı bir ortam yaratmayacağının açık ifadesidir.

Öyle ki; son yılın önemli çerçevesi içerisinde, Afganistan, Irak, sonra Kıbrıs üstünde oynanan oyunlarda, bilindiği üzere her keresinde “İnsan Hakları ve Özgürlükler için sergilenen devlet eylemleri” Avrupa Birliği ve ABD’nin dünya sathındaki çıkarları, sürekli bir devleti yok etme, bölme ve de kendi devlet hudutlarını genişletme isteğinin öndeki ürünleridir.

Örneğin Avrupa Birliği’nin devletimiz için Gunter VERHUEGEN ile gönderdiği, 12 Temmuz 2000 tarihli uyum yasalarının düzenlenmesine ilişkin “AVRUPA BİRLİĞİ’NE KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİ”nde her satır devletimizin aleyhine bir zemin hazırlama istemi taşımaktadır.

- Reklam -

Devletimiz dışındaki çerçeve bu duyguları belleklere yerleştirirken, içte de Avrupa Birliği’nin önerdiği gibi “İfade Özgürlüğü, İşkencenin Önlenmesi, Bölgesel farklılıkların azaltılması” yönünde, özellikle “Ekonomik, sosyal ve kültürel” imkânların sağlanması alanında bölünmeyi gerçekleştirecek ve üniter yapıyı bozacak çalışmalar gözlenmektedir.

Dış baskının taşeronu Türkiye’de dilde bölücülüğün baş mimarı Kürtçenin TRT’ye taşınmasının mazur gösterilmesi olayı yanında Lazca, Arnavutça dillerinin yarının gündemi olacağı bilinmelidir.

Bakınız ABD’de, Kaliforniya’da İspanyolca dilinde TVlerin ancak alt yazı şeklinde bir tarz seçmesi Amerikanca dilinin bölünmesinin önlenmesindeki hassasiyettir. Biz ne yapıyoruz, Türkçeyi bölmek için Kürtçeyi TV lisanı olarak çekinmeden ve de utanmadan resmî bir kuruluş olan TRT’ye taşıyoruz. Hani hâlen Anayasamızın 3. maddesi hükmü nerededir?

Oysa devletimizin toprakları içinde yıllardan beri Kürtçe dahil, anılan diller aile içinde zaten konuşula ge lmektedir. Yazık çok yazık, dahası çok ayıp çok!.. Bilinmelidir ki devleti devlet olarak yaşatan ana ögelerden ilki ve en önde geleni dildir.

Bizler artık açık açık Kürtçe eğitim konulmasının devletimizdeki üniter yapının yıkılmasına atılan ilk adım olduğunu söyleyebiliriz. Devletimiz topraklarında süren yasadışı bölücü sağ ve sol örgütlerin faaliyetleri zihinlerden silinmeden ve hâlen eylemleri görüntüde iken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünme fermanı diye tarihin gelecekte adlandıracağı uyum yasalarının Büyük Millet Meclisi’nin iktidardaki parti üyelerinin oylarıyla bir bir üniter yapıyı ve kültürel birliğimizi bozacak şekilde kabul edilmesi ve de gündeme konulması devletimiz için silinmeyecek yaralar açacaktır.

- Reklam -

Gene İmam Hatip Okulları, YÖK ile ilgili çalışmalar, Tevhidi Tedrisat ortamını zedelemektedir. Kültür camiamızın devrim kanunları ile çizilen çerçevesi her nedense siyasî düşünceler ile silinmektedir.

Geçmişi, Cumhuriyetin ilk yıllarını anımsarsak, millî eğitimin temelinin, Atatürk İlke ve İnkılâpları, üniter yapı, sosyal düzen cumhuriyet düşüncesinde kaynağını bulan şekil ve şartlar ile atıldığı görülecektir. Köy Enstitülerinin başlangıcı, Gazi Terbiye Enstitüsü, Yüksek Öğretmen okulları her biri bunun göstergeleridir.

Mazide kalan zaman dilimleri içinde ve günümüzde iktidarı alan siyasî kuşağın kendi düşüncelerine, kendi duygularına göre devlet yapımızı bozan eylemleri ve aldıkları kararları sonucu günümüzdeki olumsuz ve devletimiz için tehlikeli ortam böyle yaratılmıştır.

Neler yapılmıştır sorularına cevap aramaya kalktığımızda, demokrasiye geçiş dönemi diye adlandırdığımız 14 Mayıs 1950 tarihi, önce dindeki zemini silivermiştir. Din elden gitti savı ile önce Türkçe ezan yerine Arapça ezan gündeme konulmuş, Köy Enstitüleri, İlk ve Yüksek Öğretmen Okulları, Gazi Terbiye Enstitüsü aralıklarla kapatılmış, üniversiteler içinde öğretmen bilgisinden uzak mezunlara öğretmenlik payesi verilmeye başlanmıştır.

Oysa Köy Enstitülerinde köylüyü her yönüyle çağdaş ortama taşıyacak bilgilerle donatılmış öğretmenler yetiştirilmiş, mülkî üye olarak köyde görevlendirilmiştir. Zamanla bu durum da bozulmuş, silinmiştir. Bu mudur devlet yönetimi, bu mudur devlet, millet aşkı?..

Din ortamının çerçevesine gelince, hâlen yürürlükte olan 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu “anayasamızın 174. maddesinde Anayasaya aykırı da olsa Anayasanın kabul edildiği tarihte yürürlükteki hükümlerinin Anayasaya aykırılığı şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” hükmü varken ayrı cephelerden yeni varsayımlar ve savlara gidilmesinin yanlışlığı açık ve seçiktir.

Anılan kanunun 4. maddesi okunduğunda anlaşılan odur ki imam hatip liseleri diye bir tabir bu yasada yoktur. Ayrı mektepler olarak “diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşat edilmesinin” hâlen yürürlükte olduğu görülecektir.

Hâl böyle olunca liseler arasında imam hatip liselerinin kurulmasının öteden beri yanlış bir dönemin başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz. Dahası imam hatip liselerinin bir siyasî partinin arka bahçesi olarak gündeme konulması da acayip bir tavır olmaktadır. Bilinmelidir ki ne din ne milliyetçilik bir partinin tekeline alınamaz, olsa olsa her ikisi de devlet ve millet için kullanılmalıdır. Asılda yanlışlık buradadır.

Öyle ise ne yapılmalıdır?

Eskiye dönülerek gene okullar; ilk öğretimden sonra, meslek okulu ve liseler diye gündeme alınmalıdır. Sanat okulları ve meslek okulları gösterilen meslek için öne konulup, öğrenci isterse normal liselerde son sınıfı okuyup üniversiteye alınmalıdır. Sanat ve meslek okulunu bitiren öğrencinin kendi yüksek okulunda okuması, devlet lisesini bitiren öğrencinin de istekli olduğu üniversitenin fakültesinde okuması en geçerli düşüncedir.

Özel liselerdeki öğrenciler ve sanat okulunu bitirip devlet lisesi son sınıfını okuyan öğrenciler, lise bitirme sınavına girip okulun diplomasını aldıklarında ancak üniversitelerin istedikleri fakültelerine girebilmelidirler. Böyle bir durum yaratılır, oluşturulur ise, iş kendiliğinden raya konulur. Bir kavga varsa o da biter.

Devletimiz içinde bu düzen kurulduktan ve su durulduktan sonra AB’ye giriş süreci içinde kendimizi tanıyıp uyum yasalarının çerçevesini çizmeliyiz. AB istiyor diye devletimizin yargı sistemini, dilini, üniter yapısı içindeki insanımızı onların yönlerdirmesiyle bölmeye, yolu değiştirmeye kalkarsak devlet nizamımız tümüyle bozulur, bir daha tamir de etmek çok uzun süreç ister. Türk milleti olarak sıkıntıya girer, birlikte üzülürüz.

Ama geçmiş yılların birikimi ile gelecek yıllarda da Kuzey Kıbrıs için olduğu gibi devletimiz yönetiminden buna rağmer, 1960 yılından öncesine dayalı Avrupa Birliği’ne girme hevesimiz ile hareketimizi yenilersek “Avrupa Birliği’ne Katılım Ortaklığı Belgesi’nde” hâlen “Aday Adayı” bir devlet olarak gösterilen devletimizin yönetimini üstlenen politikacılarımız, “Belgedeki istemleri, devleti yıpratan ne kadar ortam varsa” uyum yasalarını peş peşe kabul ederek, dahası katılım için her istemi şartsız yerine getirerek eylemler sergilerse, kaybedenin milletimiz ve devletimiz olacağını bilmeliyiz.

Ne acıdır ki, devletimizin üniter yapısını bozacak eylemlerin nüvesini teşkil eden “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ile Bireysel ve Siyasal Haklar” sözleşmeleri her nedense yeni iktidarın “Mahallî İdarelerin yetkililerinin genişletilmesi, YÖK yasası, türban ile oluşan sakıncalı düşünceler” yönündeki çalışmalarında, devletimizi federe bir yapıya ittiğini, devletimizin laik ve sosyal yapısını bozduğunu görür gibiyiz.

Cumhurbaşkanlığı makamınca, Anayasa ve bazı kanunların geri çevrilmesi ve Sn Başbakanın, işi atiye bırakması gündemi yavaşlatsa da şunun bilinmesi gerekir inancındayız: Elbet Türk milleti bir siyasî partiyi iktidara getirmiştir. Bu demek değildir ki milletin temsilcisi yalnız iktidarda olan partidir. İktidardaki siyasî parti çoğunluk da olsa milletimizi temsile yetmediği gibi, seçimlerde oy kapma için yapılan oyunların da kuşkuları artırdığı gözden uzak tutulamaz.

Günümüzde de görünen bu gibi olaylar içinde, “düşmanların İstiklâl Savaşı öncesi yaptığı zulüm ve insanlık dışı eylemlerin, vatan toprağımızdaki tahribatı” genç nesil ve iktidardakiler hiç ama hiç unutmamalıdır. Hattâ hatırlarından dahi çıkarmamalıdır.

Görünen odur ki; Türk insanına ve genç kuşağımıza aktarılmasını sağlayacak ve büyük ATATÜRK’ün önderliğinde hükûmetlerin tarihî öğretiler için aldığı ilk tedbirler çizgisinde kurulan kurumlar, yanlış politikalar ve Millî Eğitimce yapılan yanlış değerlendirmeler ile 1950 yılından sonra geçen zaman dilimlerinde, bir bir ortadan kaldırılmasıyla tarihini bilmeyen ve Avrupa sevdalısı bir nesil yetiştirilmiştir.

Böyle bir ortam yaratılmasında SEVR şartları haritasında gözlendiği gibi yurdumuzu bölmeye çalışan düşmanların, vatan topraklarını işgali ile gelişen olayların ve Çanakkale Savaşı, yurdumuzundan düşmanın İstiklâl Savaşı sonunda atılması, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ihdas edilen kurumlar aracılığı ile yetişecek nesillere aktarılması düşünülmüş olduğu bilincine varamayan siyasî kuşaklar içindeki bir kesim politikacılar ve düşünürlerin kasta varan ihmalleri vardır.

Günümüzdeki Avrupa sevdalısı insanımız kendini tanımaz hâldedir. Türk milletini kendini tanımaz yapıya sokanlar, devlet yapımızı hâlen tahribe devam etmektedirler. Günümüzde böyle acı bir tablonun oluşumu ve her AB istemine kayıtsız ve şartsız uyar durumda görünmemiz gelecekte karanlık günlerin göstergesidir.

Artık uyanalım. Her kararda devletimizin âli menfaatlerini aramak zorundayız.

AB’nin genelde ele aldığı konuların “Devletimizin üniter yapısını ve hâkimiyet sınırını daraltmakla kalmayacağının, asıl amacının Lozan Antlaşması ile elde ettiğimiz imkânları da Sevr şartlarında dizilen ve yeniden önümüze koyduğu belge ile silmek arzusunda olduğunu” anlayalım.

AB’ye boyun eğmemiz ve böyle bir hareket içinde olmamız kendimizi iyi tanımamamızdandır. Kendimizi iyi tanımak, sonra da kendimizi tanıtmak yolunun bir çırpıda çizilmesini millet olarak düşünmeliyiz, vakit geçirmeden gündeme koymalıyız.

Aydınlık yolun bu çizgide, yeni bir çalışma ile olacağına kendimizi zorlamalıyız. Yolumuz aydınlık olsun… Yeni çalışmamız kutlu ve mutlu olsun…

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -