Nerde -gösterdiği vahşetle “bu bir Avrupalı”
Dedirtir- yırtıcı, his yoksulu sırtlan kümesi
Mehmet Âkif Ersoy
Avrupa Birliği, üye ülkeler ve aday ülkelerin bir kısmı için bir uygarlık hedefi, bir kurtuluş çaresi olabilir. Ancak, Türkiye için bunun böyle olmadığı; aksine Avrupa Birliği’nin bizi kendi felâketimize hızla götüren bir tren olduğu açıktır. Çünkü bizim önümüzde, biz onların içinde olmak istedikçe ekonomimize (Duyun-u Umumiye’den itibaren), tarımımıza (şekere ve tütüne koyulan kotalar), küçük ve orta boy sanayimize (tek yanlı Gümrük Birliği anlaşması) göz diken bir Avrupa var.
Asker ve sivil on binlerce Türk’ün ölümüne yol açan terör hareketini destekleyen Avrupa, bizim için ne ifade eder? Avrupalı olmak için topraklarımızın bir kısmının Avrupa kıtasında olması yeterli midir? Avrupa Birliği’ne girmek bizi Avrupalı yapar mı? Bütün bunlar etraflıca tartışılması gereken, ama adı bile anılmayan konulardır.
Tanzimat’tan beri ‘Avrupalı’ sözcüğü bir ululama olarak kullanılagelmiştir. Avrupa bir ütopya devleti, Avrupalı da bu ütopyanın vatandaşı olarak kurulmuştur kafalarda. Tanzimat aydını, Avrupalı olmayı bir hedef olarak ortaya koyarken, bunun Türk milletini çağdaş medeniyetler seviyesine getireceğini düşünüyordu. O günden beri de genel aydın yapısında bir değişme olmadı.
‘Avrupalı’ olmak tartışmasında, gündelik hayatta düşülen yanlışlardan birine düşülmüş ve tartışma bu yanlış çizgi üzerinde yürütülmüştür. Bir kavram, o kavramın alt alanına giren bir imge tarafından yok edilmiştir. ‘Avrupalı’, çağdaş medeniyet, teknoloji, yüksek refah düzeyi, sanayileşme vb. gibi kavramları bünyesinde barındırır hâle getirilmiştir. Oysa işin iç yüzü böyle değildir. Evet, ‘Avrupalı’ bunlara sahiptir ama bunlara sahip olmak ‘Avrupalı’ olmak değildir.
Yukarıda sayılan kavramlara sahip olan Japonlar da mı Avrupalı sayılmalı? ABD’de bu kavramlara rastlanmıyor mu? Dahası çağdaş medeniyet seviyesinin çıtası bir zamanlar Türkler değil miydi? Saptırılan ve derinlemesine tartışılmayan bu konu üzerinde durmamız gerekmez miydi?
İlkokuldan itibaren hep kendimizi bir yere oturtmaya zorlanmışızdır. Doğulu veya batılı seçenekleri bize dayatılır ve ‘batılı’ seçeneği öyle göz alıcıdır ki bunu seçmeye can atan insanlar az değildir. Bugün Avrupa Birliği muhiplerinin yaptığı gibi ‘Avrupalı’ olmamanın alternatifini, İran, Irak, Suriye diye gösterirler. Halbuki, bizim doğulu ve batılı olmak/kalmak gibi bir problemimiz olmadığı, bizim zaten “bir şey” olduğumuzu haykıran, böylelikle kendilerini bir yerlere yamamaya çalışanların hırıltılarını ağızlarına tıkayan bir aydın hareketimiz ne yazık ki yoktur. Var ise neden ihanet yasaları meclisten geçti?
Osmanlı Devleti’nde askerî başarısızlıklar ve istikrarsız yönetim, ölçüsüz borçlanmayı doğurdu. Alınan borçlar üst üste eklendiğinde doğal olarak siyasî baskı malzemesine dönüştü. Basiretsiz yöneticiler ve aydınlar, içinde bulunulan dar boğazdan çıkışı direniş ve karşı koymada değil de boyun eğmede gördü. Onlar gibi olmakla kötü günlerin atlatılacağını düşünenlerin sürdüğü trenin son istasyonu ise Sevr oldu.
Avrupalı olma maceramız yukarıda belirttiğimiz şekilde başladı. Paris’te yetişmiş aydınların tercihiydi, Avrupalı olmak. Çünkü “şarklı” olmak gerilik demekti. Bizim “şarklı” da olmadığımız, Türk olduğumuz azınlıkta kalan bir aydın tabakasınca vurgulandı.
Kavimler Göçü sonucunda Avrupa içlerine kadar giren barbar kavimler, bugünkü Avrupa’nın etnik ve sosyal yapısını doğurdu. Yani Avrupalı olma süreci Kavimler Göçü’nün hemen ardından başladı. Burada dikkatleri ‘Avrupalı’ sözcüğü üzerine çekmek istiyorum. Avrupalı olmak, bir kıtada yaşıyor olmak anlamından öte bir anlam taşır. Avrupalı, milleti oluşturan ögelerden “kültür” üzerinde şekillenmiş bir ön-millettir. Genişletmek gerekirse ‘Avrupalı’, etnik temelini Kavimler Göçü sonrası oluşturan büyük bir coğrafyanın insanlarının Roma kültürüyle ve daha sonra Hristiyanlıkla yoğrulması sonucu oluşan bir milletin çekirdeğidir ve hızla milletleşmeye yaklaşmaktadır.
Pagan-Hristiyan çatışmaları, engisizyon, reform, Rönesans, mezhep savaşları, Haçlı Seferleri ve Dünya Savaşları Avrupa milletinin oluşumundaki faktörlerdir. Sayılan olayların hepsi hücre bölünmesi gibidir. Avrupa milletini çoğaltır. Zaman zaman birbirlerine karşı, zaman zaman da birleşik olarak dışarıya karşı enerji boşaltımında bulunmuşlardır. Bunların hepsinden de Avrupa galip çıkmıştır. Çünkü, her büyük dönüşüm, devrim ve savaşın ardından fazlalıklarını törpülemiş, eksikliklerini görmüşlerdir.
Avrupa, on iki yıldızlı Hristiyan bayrağıyla simgeleştirdiği Avrupa Birliği’ni milletleşme sürecini hızlandırmada bir araç olarak kurmuştur. Devlet birliğinden millet birliğine gitme düşüncesinde olan Avrupalıların önündeki en önemli örnek Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bir devlet çatısı altında bir araya gelen, üstelik tarihî bağlarından çok ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket eden bir grup insanın kurduğu bu devlet, oluşmakta olan Amerikan milletinin çatısı oldu.
Gelelim bizim neden Avrupalı olamayacağımıza. Biz, bilinen tarihî bin yıllarla hesaplanan, üstelik yeni bulgular doğrultusunda yaşayan en eski millet olduğu düşünülen bir milletiz. Bizim maceramız, farklı bir coğrafyada başladı. Onlar ticaretle uğraşıp zenginleşirken biz bir yandan iklimle bir yandan düşmanla savaşıyorduk. Ama bu durum, ata binmekten, kılıç kullanmaktan başka şey bilmeyen bir millet olmamıza yol açmadı. Atalarımız, dünyanın anlatım gücü en yüksek olan dillerinden birini meydana getirdi. Atın evcilleştirilmesi gibi büyük bir olayın, madencilik, işlemecilik gibi ince işlerin altında Türklerin imzası vardır.
Tarih içinde savaşlarla, zaferlerle, bozgunlarla, göçlerle mayalandık. Ama tarihimizin hiçbir döneminde hesabını veremeyeceğimiz bir iş yapmadık. Meselâ, sömürgecilik kavramını doğurmadık, soykırım kavramını doğurmadık, Yahudileri yakmadık, Anzakları getirip Çanakkale önünde kırdırmadık, Ermenileri silâhlandırmadık, Cezayir’de katliamlar yapmadık, Kırım’daki sürgün ve soykırımda parmak izimiz olmadı, otuz bin insanın kanını döken bir terör örgütünün militanlarına ve siyasî destekçilerine silâh ve para yardımı yapmadığımız gibi onların topraklarımızda serbestçe dolaşmalarına da izin vermedik.
Şimdi tekrar ‘kavram’ konusuna dönebiliriz. Nasıl ki, “sömürgeci olmak, soykırımcı olmak vb. Avrupalı olmaktır” denemezse, “çağdaş olmak (örneğin, idam cezasını kaldırmak, bölücülere haklar tanımak) Avrupalı olmaktır” da denemez. Avrupalı olmak için o süreçlerden geçmek gerekir. Bu süreçlerden geçmemiş olmak da aklı başında bir insan için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü aklı başında bir insan aslanken çakal postuna bürünme sevdalısı değildir.
Israrla söylüyoruz, biz Avrupalı değiliz; TÜRK’ÜZ, TÜRKÇÜYÜZ, TÜRKÇÜ KALACAĞIZ!
Vakit artık direniş vaktidir. Türk milleti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne ne yaptıysa, AB Muhipleri Cemiyeti’ne (ANAP + HADEP + YTP + DYP + DSP + SP + AKP + TÜSİAD + Doğan Medya Grubu + Avrupa Hareketi 2000 + İnsan Hakları Derneği vb) de aynısını yapacaktır. “Türkiye Türklerindir!” deyip Sevrcileri kovan Ata’nın çizdiği yoldan gidip, yeni Sevrcilerle baş etme vaktidir! Diren Türk milleti, atalarının ruhu ve kanı aşkına!
Tanrı Türk’ü Korusun.