Atsız’ı özellikle tarihçilik alanda etkilemiş olan şahsiyetlerin başında Prof. Dr. Zeki Velidî Togan gelmektedir. Zeki Velidî, Başkurdistan’da doğmuş, zamanına göre aydın bir çevre içinde büyümüş, ilk öğrenimini babasının ve dayısının medreselerinde görmüştür. Genç yaşında Arapça, Farsça, Rusça, bunları ilâveten Almanca, hattâ Latince öğrenmiştir. Şaşılacak derecede okuma ve öğrenme tutkusu vardır. Üstelik, bir okuduğunu asla unutmayan hayret verici bir hafızaya sahiptir. Ailesinin yaşadığı çevre bir süre sonra ona dar gelmeye başlamış, babası izin vermediği için evden kaçarak büyük şehirlere yönelmiştir. Oralarda Rus tarihçiliğinin önemli isimleriyle tanışmış, onlarla birlikte çalışma imkânı bulmuştur. Ayrıca, nereye gittiyse oradaki yazma veya basma eski eserleri araştırıp bulmuş, bazılarını satın almış, bazılarını kopya etmiştir. Henüz yirmi yaşındayken de Türk tarihine dair ilk eserini yazmıştır. Bu eser ilgiyle karşılanmış ve Zeki Velidî’ye erken bir şöhret sağlamıştır.
Rusya’daki iç çalkantılar ve bu devletin sınırları içinde kalmış Türk topluluklarındaki millî uyanış belirtileri Zeki Velidî’yi siyasî mücadelenin içine çekmiştir. Başkurt temsilcisi olarak toplantılara katılmış, yazılar yazmış, hareketler örgütlemiştir. 1917 Bolşevik ihtilâlinin çalkantılı yılları içinde Başkurt istiklâlinin temsilcisi olmuş, zamanla daha geniş bir Türk birliğinin gerekli olduğunu görmüştür. Başkurtların düzenli ordusunu kurmuş, harbiye nazırı olarak bu ordunun komutasını üstlenmiş, yerine göre kızıllarla, yerine göre ihtilâl karşıtı beyazlarla çarpışmıştır. Bu arada, Komünist ihtilâlin Lenin, Stalin, Troçki gibi önderleriyle görüşmeleri olmuştur. Ancak, Bolşevikler güçlenip durumlarını kuvvetlendirince Türk topluluklarının bağımsızlık isteklerini görmezden gelmeye başlamışlar, böylece Zeki Velidî’nin onlarla arası açılmıştır. Bunun üzerine merkezî Türkistan’a geçerek, orada Basmacılarla birlikte Ruslara karşı mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele başarısızlıkla sonuçlanınca da Avrupa’ya geçmiştir. Birçok ilim kurul uşu kendisiyle çalışmayı arzulamaktadır. Bu arada Dr. Rıza Nur ve Fuat Köprülü, kendisini ısrarla Türkiye’ye davet etmişlerdir. O da esasen Türkiye’ye gelmeyi eskiden beri istemektedir. Önce Ankara’da bir göreve getirilmiş, kısa süre sonra da İstanbul Darülfünûnu Tarih zümresi müderris muavinliğine (doçentliğe) tayin edilmiştir.
Atsız, yüksek tahsiline, o zaman İstanbul’da bulunan Askerî Tıbbiye’de başlamıştı. Üçüncü sınıfta iken disiplinsizlik suçlamasıyla okuldan çıkarılmış, o da zaten Türkolojiye meyli olduğu için İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Fakültesi’ne girmişti. Zeki Velidî ile Atsız’ın kader çizgileri burada kesişmiştir. Atsız, adının henüz Hüseyin Nihâl olduğu dönemde Zeki Velidî’nin öğrencisi olmuştur. Öğrencilik hayatı başarılı geçmiş, kabiliyeti dolayısıyla hocası Fuat Köprülü tarafından takdir edilerek onun asistanlığına getirilmiştir. Bu dönemde ilmî çalışmalarını ilerlettiği anlaşılmaktadır. Zira, “Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar” adlı hacimli eserini l935’te yayınladığına ve böyle bir eserin hazırlanması yıllar alacağına göre l930’ların ilk yılları bu çalışmalara hasredilmiş demektir. Bu sırada, Ankara’da Tarih Kongresi toplanmakta ve burada ünlü Tarih Tezinin kabulü için hazırlık yapılmaktadır. Ancak, Fuat Köprülü ve Zeki Velidî bu tezin bazı taraflarını ilmî bulmamaktadır, Kongrede bu görüşlerini dile getirmek üzere anlaşırlar. Toplantıda Zeki Velidî görüşlerini açıkça ifade eder ve bu yüzden şiddetli hücumlara maruz kalır. Durumu gören Fuat Köprülü ise itirazlarını açıklamaktan vazgeçer. Zeki Velidî’ye yapılan ağır hücumlar karşısında, Atsız, birkaç arkadaşı ile birlikte hocalarını destekleyen bir telgrafı Millî Eğitim Bakanına gönderir. O dönemde Üniversite Bakanlığa bağlı olarak yönetilmektedir. Atsız’ın bu hareketi hoş görülmez ve üniversiteden çıkarılıp ortaokul öğretmenliğine tayin edilir. Zeki Velidî de çareyi yurt dışına gitmekte bulur.
Viyana’da doktorasını tamamlayan Zeki Velidî, Bonn ve Göttingen niversitedeki üniversitelerinde İslam tarihi üzerine dersler verir. 1938’den sonra tekrar Türkiye’ye döner ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde hocalığa başlar. Daha doğrusu, l7 yıl önce bıraktığı yerden devam eder. O sırada İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Türkçü yayınlarda bir hızlanma görülür. Zeki Velidî, Türkçü dergilerin bir kısmında ideolojik olmaktan ziyade ilmî nitelikte makaleler yayınlar. Dr. Hasan Fgerit Cansever’le birlikte tarihî Türk Yurdu dergisini çıkarır. Ancak, bütün bu neşriyat hükûmetin sıkı denetimi altındadır ve zaman zaman engellemelere uğramaktadır. Bu süre içinde Atsız’la Zeki Velidî’nin sık görüştükleri ve dünya Türklüğünün bağımsızlığı yolunda birlikte çalıştıkları anlaşılmaktadır. 1944’teki Türkçülük dâvası sırasında da birlikte tutuklanıp yargılanırlar. Tutuklanmayla karar safhası arasındaki bir buçuk yılları hapishanede geçer. Zeki Velidî, hapishane günlerinde “Türk Tarihine Giriş” adlı büyük eserini tamamlar. Sonuçta Zeki Velidî ve Atsız, diğer sanıklara göre en yüksek hapis cezalarına çarptırılırlar. Ancak, Askerî Yargıtay bu kararları esastan bozar ve yeniden yargılanma sonunda beraat kararları verilir. Zeki Velidî, 1947’de üniversitedeki kürsüsüne döner, Atsız’a ise bir memuriyet verilmez. Ancak 1949’da Süleymaniye Kütüphanesi uzman memurluğuna tayin edilir. Bir yıl sonra da Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine getirilir. Burada iki yıl görev yaptıktan sonra, 1952’de, bir kısım basının haksız yaygarası üzerine öğretmenlikten alınıp tekrar Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki göreve iade edilir. 1969’da emekli olana kadar da burada vazife yapar.
Atsız, Zeki Velidî’ye ömrünün sonuna kadar saygı ile bağlı kalmıştır. Saygısı, Zeki Velidî’nin önce hocası, sonra büyük bir tarihçi olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, daha gençlik yıllarında Ruslara karşı mücadele etmiş olmasının da hâtıraları henüz çok canlıdır. Fakat, asıl sebep Türkçülük yolundaki bıkıp usanmaz mücadele temposudur. Çeşitli baskılar karşısında eğilip bükülmemiş, dik durmasını bilmiştir. Bir karakter adamı olduğunu göstermiştir, ki Atsız açısından bu çok önemlidir. Zeki Velidî’nin her telefon edişinde kendisini “Ben onbaşı Atsız” diyerek tanıttığını işiten çoktur. Bu, hocası karşısındaki tevazuunu göstermesi bakımından ayrıca dikkate değer.
Atsız’ın Türkçülük anlayışı ile Zeki Velidî’ninki arasında her zaman tam bir mutabakat olmamıştır. Ayrı topluluklardan, ayrı anlayışlardan, farklı mizaçlardan gelerek ülkü yolunda birleşmelerinde bütün bu farklılıkların etkisi kaçınılmazdı. Her ikisi de ayrı ayrı hayat maceralarından geçmişlerdi. Zeki Velidî’nin bakışı daha ziyade Türk dünyasına çevrilmişti. Atsız ise, yalnız Türk dünyası ile değil, Türkiye’nin içiyle de yakından meşguldü. Ancak, bu yan unsurlar Türklüğün ve Türkçülüğün temel konularındaki müşterek tavırlarını gölgelememiştir.
Türk tarihine bakış açısı itibariyle Atsız’ın Zeki Velidî’den etkilendiği söylenebilir. Atsız, Türk tarihinin çok devletli olarak incelenmesini kabul etmiyordu. Ona göre, devlet olarak adlandırılan kuruluşlar, hanedan değişiklikleri sebebiyle ayrı ayrı isimlendirilmekteydiler. Türkler, tarih boyuncu iki büyük devlet kurmuşlardı: Biri, Türkistan’da Doğu Türkeli, diğeri Türkiye’de Batı Türkeli. Türk tarihini de buna göre tasnif ederek yeniden yazmıştı. Ancak, bu eserinin âkıbeti vefatından sonra meçhul kalmıştır.
Zeki Velidî, ilim hayatının başından sonuna kadar Cengiz Han’ın ve kurduğu devletin Türk olduğunu ileri sürmüştü. Atsız da, onun bu tutumunu benimsemiş, Cengizlileri Türk tarihi kadrosu içine almıştır. Atsız’a göre, bunun bir başka sebebi de, tarihin gördüğü en büyük cihangirlerden ve en büyük imparatorluklardan birinin Türk olmasının kazandıracağı şeref ve gurur payıdır. Zeki Velidî ile Atsız’ın bu görüşlerini paylaşan başka Türk tarihçileri pek yoktur.
Atsız, kendisinden beş yıl önce vefat eden Zeki Velidî Togan’ın Beyazıt Camii’ndeki cenaze merasiminde çok müteessirdi. Belki, kardeşi Nejdet Sançar’ın vefatındaki kadar müteessirdi. Büyük tarihçiler de günün birinde çekilip gidiveriyorlar, büyük Türkçüler de. Ve, ne yazık ki onların yerlerini doldurmak mümkün olamıyor.