Ana Sayfa 1998-2012 Atatürk’ü anlamak

Atatürk’ü anlamak

ANADOLU coğrafyasında yediden yetmişe herkesi yasa boğan ve büyük bir yenilginin sonunda, bin bir yokluk ve yoksulluk içinde dahi ayağa kalkabilen, bir ölüm-kalım savaşı vererek yeniden hür ve bağımsız, yepyeni bir devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilen milletin çocuklarıyız. Geçen yüzyılın başında Türk’ün Çanakkale’de, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da yedi düvele karşı koyuşu, hiç şüphesiz tabiatüstü bir hâdisedir.

- Reklam -

Yeni bir bin yıla, türlü siyasî çalkantılar, terör belâsından zar zor kurtularak ve iktisadî bakımdan kriz içinde girdik. Geride kalan yetmiş, seksen yılın doğru bir değerlendirmesini yapmadan, Atatürk’ü olduğu gibi tanımadan ve anlamadan, 1920-1940 yıllarında milletçe tutulan yolun doğrularıyla daha sonraki dönemin yanlışlarını, hele hele son yirmi beş yılda olup bitenleri ortaya koymadan bir çözüme ulaşmamız mümkün değildir, düşüncesindeyiz.

Sevr‘den Lozan‘a

Dünya savaşından yenik çıkmış, Sevr’i imzalamış, kurduğu cihan devletinin yok oluşunu yaşamış bir millet, büyük bir imân gücüyle, tek yürek ve yumruk hâlinde Millî Mücadele’yi kazandı, zaferle taçlandırdı ve Lozan’ı imzaladı. (Bu arada, imzaladığımız o barış anlaşmasında, savaş sonrasının şartları yüzünden “Misak-ı Millî” ilkelerinden bir ikisini feda etmek durumunda kaldığımızı unutmayalım.)

Bir büyük insanla birlikte zorun üstesinden gelebilen bir büyük milletin ortak başarısıdır bu…

O millet, Türk milleti, o büyük insan Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Kurtuluş Savaşı’nın verildiği yıllardan cumhuriyeti takip eden ilk yirmi, otuz yılı içine alan döneme kadar başarıdan başarıya koştuk. Ama, ondan sonraki çok partili siyasî hayata geçişimizle kazanç hanesi, yerini kayıplara vermek suretiyle kapandı. En sonunda da hep açık veren yamalı bir bütçe, iç ve dış borçlar yüzünden bir krizin içinde bulduk kendimizi. Siyaset ve iktisatla uğraşanlar varsın çözüm (!) yollarını araştıra dursunlar; biz olup bitenleri biraz tarih, biraz eğitim ve kültür, biraz da cemiyetin içine düştüğü değerler kargaşası penceresinden seyredelim. Bir de Ata’yı ne kadar anladık, onun döneminde durum neydi, sorusuna cevap vermeye çalışalım.

- Reklam -

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kimdi?

20. yüzyılın başlarında, yakın tarihimizi içine alan Atatürk’ün sağlığıyla sınırlı bölümünde yaşanan olumlu dönemin sırrı neydi? Uzun yorumlar yapmadan, önce o başarının mimarı olan büyük insanı ele alalım, işe buradan başlayıp “Mustafa Kemal Atatürk kimdi, onu ne kadar tanıdık ve anladık ya da anlayabildik?” sorusuna cevap vermeyi deneyerek konumuza girelim.

Yayıncılık mesleğinde kırk, kalem hayatımızda elli yılı geride bıraktık. Ankara Radyosu’nda başlayıp TRT’de sürdürdüğümüz kırk dört yılın başında, Türkiye Radyoları’nda bir yıl süren “yaşayan Türkçeye çevirme gibi bir “Nutuk” çalışmamız var. Emeklilikten sonra üniversitede geçen hocalık döneminde de radyo ve televizyonda program hazırlamaya, yazmaya, konuşmaya devam ettik. Son olarak “Türkiye’nin Sesi” radyosunda 17 dile çevrilip yayınlanan bir Atatürk dizisi hazırlamakla görevlendirildik.

Her biri bütün bir yıl boyunca yayınlanmış olan bu programlarla ilgili çalışmalar, Mustafa Kemal gerçeği’ne ulaştığımızı, fakat pek çok aydınımızın da bu konuda yeteri kadar doğru bilgi sahibi olmadığını ve çaba göstermediğini ortaya koyuyor.

Şimdi yine, söze başladığımız noktaya dönelim.

- Reklam -

“Bağımsızlık Benim Karakterimdir”!

Milletler, zaman zaman yenilgiye uğrayabilir, acı veya kara günler yaşayabilirler. Ama, dayanma ve yaşama gücü olan, bağımsızlık fikriyle kişilikleri birliktelik gösteren bir millet, büyüktür, hür irade sahibidir; yenilmiş olsa da ezilmez ve ne yapar yapar, ayağa kalkmasını bilir. Biz, öyle milletlerin başında yer alıyoruz.

Burada Atatürk’ün bir sözünü hatırlamak gerekir. Der ki: “Bağımsızlık, benim karakterimdir!”

Hem ona hem de nâçiz bir ferdi olduğu milletine yakışmaktadır bu söz. Atatürk’ü ve onunla geçen çeyrek yüzyılı, her halde en güzel ifade eden de onun bu sözü olmuştur.

Burada şu soruyu sormak gerekir: Ciltler dolduran yazı, kitap, şiir, roman onu ne kadar anlatıyor veya anlatabildi? Büyük bir aydın kesiminin onu gerçekten tanıdığına, onun fikirlerini anladığına inanabilir miyiz?

Hayır…

Atatürk gerçeği, 19 Mayıs 1919’da Samsun’ da onun karaya attığı ilk adımla başladı. Biz, bu satırların yazarı, böyle bir yazı dizisini vesile ederek “Atatürk’ü anlamak” başlığı altında topladığımız düşünce ve bilgi birikimimizi, düşünen insanlarımız ve aydınlarımızla ve daha çok gençlerimizle paylaşmak istedik…

Ata’yı anlamak, onu tanımakla başlar…

Yakın tarihimizin “büyük kahramanı kimdir?” sorusundan hareket edelim. Yıkılan bir imparatorluğun devamı olmak üzere yeni Türk devletinin kurucusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı, başkumandanı, devlet, siyaset, düşünce ve inkılâp adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatmaya başlarken hemen şunu belirtelim: Yaşadığı asrın ilk yarısında milletini olduğu kadar insanlık âlemini de etkisi altına almış, tarihte eşi, benzeri az görülen bir büyük insandan söz ettiğimizi biliyor ve bunun idraki içinde bulunuyoruz.

Onu anlatan sayısız eser (Millî Kütüphane’nin 2000 yılı kayıtlarına göre 14 bin), hayatı ile birlikte mücadele ve düşüncelerini değerlendiren pek çok yazı ve araştırmanın yanı sıra, sahip olduğumuz bilgi ve birikim bize rehberlik etti, ışık tuttu. Tarihin akışı içinde mümkün olduğu kadar ayrıntılara inerek yaptıklarını ve uzun uzun hayatını anlatmaktan çok, yaşanılan en karanlık günlerde gerçekçi ve kurtarıcı bir ruhla nasıl milletinin önüne düştüğünü, sonra onu nerelere yükselttiğini, ana çizgileriyle hikâye edeceğiz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, geçmiş Türk asırlarından bugüne, adları hep saygı, rahmet ve şükranla anılacak kahramanlar arasında önde gelenlerden bir büyük asker, dehasını ispat etmiş bir kumandan, unutulmayacak bir inkılâpçı ve öncü, milletine önder olmuş bir insandır. Hedef ve gayemiz, hakkında bugüne kadar yazılan ve söylenenleri tekrarlama çabası içinde olmadan, hayatının ilgi çekici noktalarına ağırlık vermek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusunu doğru bir şekilde tanıtmak, gerçekleştirdiği büyük inkılâbı anlatmak ve açıklamak olmalı…

Burada bir tespiti belirtmekte yarar var: Gazi Mustafa Kemal, iki yüz yılı aşan bir zaman sürecindeki değişme ve yenileşme hareketinin, kurduğumuz cihan devletinin son buluşuna da şahit olmak suretiyle bu milletin bağrından çıkardığı bir büyük temsilcisidir. Onun nasıl yetiştiği, Türklük, İslâm ve çağdaşlaşma üstüne görüş ve düşünceleri ile başlattığı inkılâpla yaptıkları ele alınmadan, adıyla bütünleştirdiğimiz ilkelerinin doğru anlaşılması veya yorumlanması mümkün değildir. Bu konuda, aydınlarımızın, hangi düşünce eğilimi içinde olurlarsa olsunlar, belirli bazı asgarî müştereklerde, gerekli bazı kavramların ortak tanımlarında buluşmaları, anlaşmaları şarttır. Bunu yapabilmek için de “millî kültür” ile onun taşıyıcısı ve temsilcisi olan millet arasındaki ilişkinin tam ve eksiksiz bir şekilde kurulması, ayrıca ne anlama geldiğinin iyi bilinmesi, belirlenmesi ve bunun ne olduğunda mutlaka anlaşma sağlanması gerekmektedir.

Yıldız misâli parlayan insan!

İnsanlık tarihinde yıldızın parladığı anlar olduğu gibi, yıldız misâli parlayan insanlar da vardır. Bunlardan bazılarını “kahraman” olarak anıyor ve yaşatıyoruz. Hayatlarında adlarını unutulmazlar arasına katanlardan daha farklı insanlardır bunlar.

“Peki, farklılıkları nedir, nereden gelir?” diye sorabilirsiniz. Onları öteki insanlardan ayıran üstünlük, hem kendi milletlerini hem de bütün insanlık âlemini yaptıklarına hayran bırakmalarından, üstlendikleri işleri başarmalarından, herkesin takdirini kazanan, saygı uyandıran bir fikir ve hareket adamı kimliğiyle arkalarında derin izler bırakmış olmalarından kaynaklanmaktadır. İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 20. yüzyılda dünyada ve Türk tarihinde yaptıkları ve başardıkları ile parlayan bir yıldız insan, ardında silinmez izler bırakan bir kahramandır.

Bu sözleri, onu yüceltmek için söylemedik. Onu tanıyabilmemizde, sadece onu yüceltmeyi amaç edinenleri dinlemek, onların yazdıklarıyla ve söyledikleriyle yetinmektir yanlış olan. Onun büyüklüğü ve eşsizliği, olduğu gibi tanındığı zaman da ortaya çıkar. “Altın saçlı, kartal bakışlı” türünden abartmalarla süslenmiş sözler ve şiirlerle anlatanlar, yazanlar ve çizenler, yanlış hareket ettiler, hatta onun milletçe tanınmasına bir bakıma engel oldular. O, belki bizden biraz farklı bir fiziğe sahip insandı ama, saç renginin abartılmasına, kartal bakışlı diye anlatılmasına sebep de yoktu! Onun sağlığında bazıları, ona yaranmak kaygısıyla; bazıları belki iyi niyetle, yaptıklarının nereye vardığını bilmeden, sonunu düşünmeden hareket ettiler. Hangi sebeple olursa olsun, hareket tarzları yanlıştı, “iyilikten maraz hâsıl oldu”!

Fotoğraflarını olur olmaz her yerde kullanmak, bütün resmî makamlarda hemen her yöneticinin arkasındaki duvara resmini asmanın anlamı da yoktu. Adının, her yerde kullanılmasının ne sebebi olabilir, açıklayabilir misiniz?

Onu anarken de abartmaya kaçtık, yanlışlar yaptık; bazı konularda eski alışkanlıklarımızı sürdürerek yapmaya da devam ediyoruz. Yılın “10 Kasım”larında onu anarken, sabah saat dokuzu beş geçe, tam beş dakika süreyle saygı duruşları icad ettik, yürüyen insanları durdurduk, arabalar, fabrikalar, vapurlar düdüklerini öttürdü, siren çaldılar. Radyolardan, daha sonra televizyonlardan Anıt-kabir’de tertip edilen törende çaldığımız borudan çıkan ses naklen yayınlandı. Bu ses beş dakika boyunca, sokaktaki insanı, vasıtaları durdurdu, bir sebebi var mıydı, bir değil, iki değil tam beş dakika durdurmanın?

Şimdi aranızda, sürenin bu gün artık beş dakika değil iki dakika olduğunu söyleyenler var. Haklılar. Ama bu değişiklik, aradan ancak kırk, elli yıl geçtikten sonra yapılabildi. Nasıl yapıldığını da anlatalım.

Onu anarken yapılan abartma

Kültür Bakanlığı’nda onun yüzüncü doğum yılı dolayısıyla kırk elli kişiden oluşan bir kurul toplantısında neler yapılacağı görüşülürken, kurula Aydınlar Ocağı temsilcisi olarak bu satırların yazarı da katılmıştı. Söz alarak, bu beş dakikalık saygı duruşunun bir anlamı olmadığını söyledik ve “hiçbir millet, kahramanlarını anmak için bu tür harekette bulunma gereği duymaz. Kahraman bildiği insanı anarken beş dakika gibi uzun bir süre, teneke çalmaz, düdük öttürmez. Bunu, Türk milleti adına Atatürk gibi bir kahramanına reva görmek de son derece yanlış olur” dedik ve kurul kararıyla süre iki dakikaya böylece indirildi. Söz konusu kurul toplantısına o gün Kültür Bakanlığı müsteşarı Pof. Dr. Emin Bilgiç Bey başkanlık ediyordu. O, bugün aramızda değil, ama katılanlardan bir bölümü hayatta; çok iyi hatırlarlar. İnanıyoruz ki, Atatürk de bu şekilde anılmasına razı olmazdı… Daha pek çok şeye razı olmayacağı gibi!

“Atatürk’ü sevmek ibadettir!” Bu sözün hangi anlama çekileceğini düşünebilen herkes, abartılmış bir söz olduğunu kabul eder. Ama söylenmiştir… Biri çıkmış, “Çankaya”yı “Kâbe” olarak görmeye kalkışmış, biri Türkçe Sözlük’te “Türkün dini Kemalizmdir” diyecek kadar ileri gitmiştir. Niye? Bu ve benzeri yakışıksız sözler, yerli yersiz abartmalar gereksiz şekilde, bu milleti onu istiklâline kavuşturan kahramanından koparmaya varacak olumsuz sonuçlar yaratmaz mı? Konuya gelecek bölümde de devam edeceğiz.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -