Ana Sayfa 1998-2012 Atatürk ve Slogancı Gençlik

Atatürk ve Slogancı Gençlik

Giriş

- Reklam -

Batı medeniyeti karşısında çaresiz kalan Osmanlı toplumunda, ıslahat hareketleriyle başlayan kurtarıcı tavırlar, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan cumhuriyet devrine de intikal etmiştir. Cumhuriyetin kurulmasında görev alan aydın ve elitler, daha önce yoğun olarak tartışılan konularda radikal adımlar atmışlardır. Atatürk’ün liderliğinde oluşturulan bu hareketle birlikte, Türk milletini o günkü bulunduğu kötü şartlarından kurtararak, “muasır medeniyet”ler seviyesine çıkarmak, temel hedef olarak kabul edilirken, kurulan cumhuriyet de Türk Gençliğine emanet edilmiştir.

Bu gün ise toplumun genelinde ve gençler arasında, cehaletin de ötesinde bir Atatürk’ü anlama ve anlatma kaosu yaşanmaktadır. Bu kaos ortamı, her şeyden önce asıl demek istediklerini söylemeden, satır aralarından aldıkları sözlerle, Atatürk’e tescil ettirerek ve sonunda kendisinin veya grubunun fikirlerini savunan insanların tutumları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bunun en büyük sebebi de Türkiye’deki çeşitli cephelerde yer alan insanların, bilgiyi “anlama”dan ziyade “inanma” düzeyinde ele alışlarıdır. İşte bu tutum cehaletin de ötesinde bir tavırla, kasdî olarak Atatürk’ü asıl mecrasından ve konumundan uzaklaştırmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi Gençlik ve Atatürk’ün Gençliğe Bakışı

Gençler İstiklâl Savaşı yıllarında hem cephelerde hem de cephe gerisinde yaptıkları organizasyon ve protestolarla ülkeyi düşman işgalinden temizlemeye çalışmışlardır. Savaş sırasında İstanbul’da, İzmir’in işgalini ve birçok Türk’ün öldürüldüğünü duyan Darülfünunlu gençler hemen bir protesto mitingi düzenlemişlerdir. Halide Edip’in de katıldığı bu gösteriler 19 Mayıs 1919’da yapıldı. Bu organizasyon bütün talebe birliklerinin ve Türk Ocağı’nın katılımı ile gerçekleşti.1 Bu mitinglerin yanı sıra gençlik. İstanbul’dan Anadolu’ya silâh kaçırarak, Mustafa Kemal’in liderliğinde toplanan kongrelere delege göndererek ve cephelerde görev alarak İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında en önemli dinamik güç olmuştur.2 Daha sonra 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilân edilmiştir.

Cumhuriyetin kurulmasını izleyen yaklaşık 20 yıllık bir dönemde gençlik hareketleri ve örgütlenmeleri, yönetimin resmî politikası, yani millî politika doğrultusunda gerçekleştirilmiş ve yönlendirilmiştir.3 O dönemdeki aydınlar gençlere büyük umut bağlamışlardır. Atatürk bu dönemde “Bütün umudum gençliktedir” diyerek gençlere yönelik beklentisini belirtmiştir.4

Bu dönemde gençliği Cumhuriyetin koruyucusu ve yaşatıcısı olarak gören bir anlayış mevcuttur. Cumhuriyeti gençlere emanet edip, geleceğe yönelik bütün ümitler gençliğe bağlanmıştır. Bu yönde pek çok eser yayınlanmıştır.5 Ayrıca gençliği örgütlemek ve bilinçlendirmek için çeşitli çalışmalar yapılmıştır.6

- Reklam -

Atatürk gerek Nutuk’ta ve gerekse diğer konuşmalarında gençlere duyduğu ümidi dile getirmektedir. Türkiye’nin geleceğinin tek dayanağı olarak, gençleri göstermiştir: “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik, O’nu yüceltecek ve idame ettirecek sizlersiniz…”7 şeklindeki sözleriyle gençliğe büyük bir güven duymuş ve Cumhuriyeti yükseltme vazifesi gençlere verilmiştir.

Atatürk gençlikten vatan sevgisi ve Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesine çıkarabilmek için yoğun çalışma beklemektedir. Atatürk’e göre iyi eğitilmiş, çağdaş bilgilerle donatılmış ve millî terbiye almış gençlik, hem yaratıcı hem gelişmeci hem de millî varlığın sürdürücüsü olabilir.8 Bu açıdan Atatürk, biyolojik mânâda bir gençlik açıklamasını kabul etmemektedir. O’na göre genç olmanın ölçüsü ve gençlikten anlaşılması gereken mânâ şöyledir; “Benim yanımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyar, yetmiş yaşında bir idealist ise zinde bir gençtir.”9 Dolayısıyla her türlü radikal veya ideolojik saplantılar Atatürk tarafından reddedilmiştir.

Kısaca Atatürk’ün gençlik hakkındaki tutumunu şu maddelerde toplayabiliriz;10

1. İstikbal vaad eden yetenekleri erkenden tespit etmek,

2. Bu gibilerine yeteneklerini gösterebilecekleri imkânlar sağlamak,

- Reklam -

3. Bu yeteneklere hızlı bir yükseliş imkânı vermek,

4. Onları sürekli bir eğitimle geliştirmek.

Bugünkü Durum İtibariyle Gençlik-Atatürk İlişkisi

Atatürk, cumhuriyeti, ne siyasîlere, ne herhangi bir kuruma, ne de toplumun başka bir kesimine emanet etti. O, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek sizlersiniz” diyerek, büyük savaşların, fedakârlıkların ve çilelerin sonucunda kurulan cumhuriyeti, Türk gençliğine emanet etti. Çünkü gücünün farkında olan Türk gençliği, üzerine düşen fedakârlıkları zaman ve mekân boyutunda her zaman yerine getirmişti ve bundan sonra da getirecekti.

Son zamanlarda özellikle televizyon ekranlarında, Atatürk’ün hararetli bir şekilde savunuculuğunu yapan, fakat vardığı nokta itibariyle de O’ndan fersah fersah uzakta kalan bir gençlik görülmektedir. Çıkış aşamasında Ata’yla beraber olup, varış noktasında hem Ata’yla hem de milletle ayrı kalarak, bir takım sloganvarî tavırları sergilemeleri; onların Atatürk’ü kullanarak mensup oldukları ideolojileri gerçekleştirmeye çalışan kişiler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Nedense belirli oluşumlara ve cephelere üye olan bu genç simalar, sosyal-siyasî konulu programlara, Atatürkçü gençliği temsil ettikleri iddiasıyla katılarak, ithal ideolojik fikirlerini beyan etmektedirler. Zira konuşmaları “Bizler Atatürkçü Türk gençleri olarak…” başlayarak, hayâlini kurdukları düzeni, Türkiye’ye getirmeyi amaçlayan konuşmalarıyla, hem Atatürk’ten hem de Türk gençliğinden çok uzak kalmaktadırlar. Çünkü onlar, benim de içerisinde yer aldığım, kafa ve gönül bütünlüğü içerisinde, hem Atatürk’ün hem de binlerce Türk büyüğünün hedeflerini şiar edinmiş Türk gençliğini temsil etmemektedirler. Onlar gençlik içerisinde, sürekli belirli şablonlara göre düşünen, marjinal kalm ış ve kısır döngülerde boğulan çok sınırlı bir kesimi oluşturmaktadırlar.

Bahsettiğimiz bu gençlik kesimi, sadece reytingi yükseltmek amacıyla, “tribün mantığıyla” idare edilen programlarda, düzen adına üslûpsuzluk, demokrasi adına başkalarının görüşlerine tahammülsüzlük, aydınlık adına karanlık, özgürlük adına ideolojik esaret, hür düşünme ve konuşma adına, sloganları kullanan tavırları sergilemektedirler. Dolayısıyla bu kişiler totaliter tavırlar sergilemekte ve bu da Atatürk’ün demokratik karakteri ve tavrı ile bağdaşmamaktadır.

Dikkati çeken diğer bir husus da, farklı programlarda aynı kişilerin yer almasıdır. Yine milletin vicdanından uzakta olan bu aynı kişiler, programlarda Atatürk’ü de kullanarak milletin değerlerine hücum etmekte ve müşterek kıymetlerimizi ucuza harcamaktadırlar.

Bu gençlerde irtica ve yobazlık adına sergilenen hareketler ve eleştiriler bazen maksadını aşmakta ve Türk milliyetçileri hedef alınarak, gerçekten inanan insanlar rencide edilmektedir. Türk gençliği, elbette ki irtica ve yobazlığa, bunu slogan hâline getirenlerden daha fazla karşıdır ve karşı olacaktır. Ancak buna karşı dururken, gerçekten karşısına aldığı değerlerin neler olduğunu bilecektir. Milletine ve onun beraberinde getirdiği değerlerine zulmetmeyecektir. Çünkü kendisine bugününü, kimliğini, kişiliğini ve hattâ yaşama imkânını bu milletin verdiğini asla aklından çıkarmayacaktır.

Atatürk’e İdeolojik

Bakış Hatası

Son zamanlarda, Türkiye’yi bölme ve parçalama amacında olan ne kadar grup varsa, sözde Atatürkçü görünmekte ve Atatürk’ü, kendi amaçlarını gizlemek doğrultusunda sürekli bir şekilde kalkan olarak kullanmaktadırlar. Bugün örneğin, insan hakları adına dernek kurarak faaliyet gösteren ve Atatürkçüyüz diyen pek çok kimseler, Atatürk’ün kurduğu devleti çökertmeye yönelik çalışan militanlara yardım etmekte ve onların siyasîleşmesine destek olmaktadırlar. Aynı şekilde bir asker veya bir polis gibi devletin temel kurumlarında vazife alan kişiler şehit edildiğinde, ortalıklardan kaybolmaktadırlar. Son zamanlarda bu iddiaları destekleyen bir haber Yunanistan’dan geldi. Zira bizi çok seven sevgili dostumuz! ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarından birisine, İnsan Hakları Derneğine yardım etmiştir. Sormak gerekiyor, neden bu yardım şehit ailelerini koruma dernekleri, depremzedelere veya sosyal hizmetler kurumuna yapılmıyor da, bu tür gruplara yapılıyor?

Günümüzde herkesin uzlaşacağı önemli bir nokta Atatürk iken, toplumda bazı kesimler O’nu ideolojileştirmektedirler. Esasen Atatürk’ün fikir ve düşünce sistemi vardır. Ancak onu ideolojileştirerek, herkesin kendi fikir kalıbına göre Atatürk’ü referans olarak göstermesi, birbirinden farklı yüzlerce Atatürk’ü ortaya çıkarmaktadır. Toplumda bir kesim Atatürk’ü din düşmanı olarak gösterirken, diğer bir kısım da dinsizlik için onu bir vasıta olarak kullanmaktadır. Atatürk ilkelerini bazıları sadece lâiklik, bazıları doğudan kurtulup batıya gitmek, bazıları partilerinin amblemi, bazıları pozitivist düşünce, bazıları da medeniyetçilik olarak anlamaktadırlar. Ancak tek yönlü ve eksik olan bu gibi düşünceler, bütüncü bir açıdan Atatürk’ün düşünce sistemini ve ilkelerini yansıtmaktan uzaktır.

İşte bu tek yönlü ve ideolojik şablona sahip olan kesimler, Atatürk dönemine ve Millî Mücadele yıllarına da kendi bakış açılarına göre bakmaktadırlar. Zira onlara göre, İstiklâl Savaşı’nın verildiği yıllar, emperyalizme karşı emekçilerin verdiği mücadele yıllarıdır. Burada zorunlu bir şekilde, komünist bir izah yapılmakta ve komünist terminoloji kullanılmaktadır. Bu şekilde bir düşünceye sahip olanların, o günkü ülke şartlarından ve mücadelenin niteliğinden habersiz olduklarını söyleyebiliriz. Evet bu millet, vatanını paylaşarak, sömürmek için gelen batılı emperyalist devletlere karşı savaşmıştır; ancak bunu sömürülen bir emekçi zihniyetiyle değil, vatanın ve milletin bağımsızlığı temeline dayanan bir istiklâl mücadelesi olarak vermiştir.

Yine bu ideolojik kesimler Atatürkçülüğe devletçilik ilkesinden de hareketle komünizme bir geçiş aşaması olarak bakmaktadırlar. Zira komünizme geçiş aşaması olan sosyalizm, toplumun her alanında sadece devletin bulunduğu ve bütün işleri devletin gördüğü bir aşamadır. Dolayısıyla bu insanlara göre, Atatürk’ün ortaya koyduğu ve kendilerinin devam ettirdiklerine inandıkları devrimler sayesinde bu ülkeye komünizm gelecektir. Oysa hiçbir zaman bu devlet belirtilen dönemde ve daha sonrasında, sosyalist gayeyi tesis için faaliyette bulunmamıştır. Bu gibi kesimler, o günkü şartlar dahilindeki, fakr u zaruret içerisinde savaştan yeni çıkmış ve teşebbüs gücü olmayan bir milletin durumunu görmezlikten gelmektedirler. Bu ortam içerisinde devlet, üstlenmesi gereken vazife olarak; bir atılımı ve gelişmeyi temin için, milletine öncülük yapmış ve halkı teşvike çalışmıştır.

Ayrıca Atatürk’ün devrimleri, komünist devrimler olarak görülmekte ve bugün de devrimlerin devam ettiği öne sürülmektedir. Bu iddialar gerçekleri yansıtmamakta ve hayâlini kurdukları yapıyı Türkiye’ye getirmek isteyen kesimlerin, yapacakları devrim hareketlerini Atatürk’e dayandırarak meşrulaştırma gayretlerini göstermektedir. Her şeyden önce Atanın inkılâpları o günkü şartlar dahilinde modernleşme hareketleri olarak yapılmıştır ve dönemin zorunluluklarıdır. Dolayısıyla bize düşen, O’nun gösterdiği hedefleri anlayabilmektir. Bu gibi ideolojik düşünceli insanlara, Atatürk’ün “Komünizm bu yurdun en büyük düşmanıdır. Görüldüğü yerde ezilmelidir.” sözünü hatırlatmakta fayda vardır. Bugün Atatürkçülük maskesi altında komünist faaliyetlerde bulunarak, dış güçlerle de iş birliği yapmış insanlar affettirilmeye çalışılmaktadır. Unutulmamalıdır ki Atatürk’ün affetmediği insanları, Türk milliyetçileri asla affetmeyecektir.

İdeolojik gruplarda, kavramların ve sloganların kölesi olan bu gençlik kesiminin bakış açısı dar ve kısırdır. Her defasında, özgürlükleri topluma getireceklerini savunan ve söyleyen bu kişiler; kendi hürriyetlerini çoktan söylemlerin ve sloganların kölesi yapmışlardır. Çünkü sloganlarda canlılık ve hayat yoktur. Onlar “ruhları gitmiş cesetler” gibidirler. Kelimelerin ritim ve yankılanışı, içeriğinden daha önde gitmektedir. Böylece özden ve icraattan uzak olarak, insanların ağızlarında sürekli bir şekilde tekrarlanan bu kelimeler, onları ideoloji köleleri hâline getirmekte ve bakış açılarını kısıtlamaktadırlar. Ayrıca sloganlar, belirli bir kimliği de kendinde taşıyarak, toplum fertleri arasında hızlı kutuplaşmalara sebep olmaktadırlar.

Bu ideolojik gruplarda yer alan kişiler, bir yandan otoriteye karşı gelirken, diğer yandan katı fikir sisteminin ortaya koyduğu mukabil otoritenin tahakkümü altındadırlar ve bundan da habersizdirler. Oysa mukabil otorite “ideolojik araçlarla”11 kendini ortaya koymaktadır. Özgür olmak, demokratik ve lâik olmak, şeriata ve yobazlara karşı olmak ise mukabil otoritenin ideolojik araçlarıdır.

Yine ideolojik gruplar gerçekten uzaktırlar. Cemil Meriç, kendisinin de bu ideolojilerin etkisi altında olduğu yılları, anılarında, “Marksist olduğumu haykırdığım zaman tek bir işçinin dahi elini sıkmış değildim.”12 diyerek, bu grupların gerçeklerden ne kadar uzakta olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Her şeyden önce Atatürk, gençliğe örnek bir Türk büyüğü olarak tanıtılmalıdır. Atatürk’ü ideal alan Türk gençliği kendi imkân ve kaynaklarını teşhis ederek, milletin değerlerine ve tarihine sahip çıkma bilinci kazanmalıdır. Yani gençlik, milletin değerleri ile ve bu değerleri ortaya koyan tarihî süreçle (Türk Tarihi) barışık olmalıdır. Bugün zalim batının torunları, kendi atalarının katliâmlarla dolu tarihine bile sahip çıkarak onları sinema, resim, müze alanlarında birer sanat eseri hâline getirirken, bizim geçliğimizin bir kısmında tarihini tanımayan, kabul etmeyen hattâ büyük cüretkârlıkla küfrettiren bir anlayış mevcuttur. Oğlun babayı, torunun dedeyi inkâr ettiği bir kimliksizlik kaosu yaşanmaktadır. Sosyolojik olarak tarih, hiçbir zaman kompartımanlara bindirilerek bölünüp ayrılamaz. Çünkü millet hayatı, her ne kadar devlet isimleri değişse bile, süreklilik arz etmektedir. Bu yüzden gençliğimizdeki Atatürk’ten ötesini yok sayma gafleti ortadan kalkmalı, tarihimiz olduğu gibi kabul edilip benimsenmelidir. Gençlik bu süreç içerisinde her Türk büyüğünü, şuurlu bir şekilde birini diğerine tercih etmeden yerli yerine oturtmalıdır. Gerçek kaynağın ise Türk milletinin kendisi olduğunu bilmelidir. Zira bu konuyla ilgili olarak Atatürk, “Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa beni Türk anası doğurmadı mı? Feyz milletindir, benim değildir” diyerek tevazu dairesinde gerçekleri ifade etmiştir.

Atatürk ve Atatürkçülük, sınır olarak kabul edilerek, düşünce sistemi bu sınıra göre belirlenmelidir. Bu tutum Atatürk’ün fikirlerini, doktriner bir şekle koyduğu gibi, çağın şartlarının ve gerçeklerinin de gözden kaçmasına sebep olacaktır. Zira yaşadığımız çağ, tamamıyla televizyon, bilgisayar, internet gibi kitle iletişim araçlarının büyük etkisinin olduğu ve teknolojik sahalarda gün be gün yeni ve büyük değişmelerin yaşandığı bir çağdır. Bu değişimler ülkelerin sosyal hayatlarından bağımsız değildir. Esasen bugün gençliğimizin yapması gereken, hedeflerini Atatürk ve onun gibi binlerce Türk büyüğünden alarak, günümüzün şartlarını en iyi değerlendirmek yolunda en yüksek çaba ve gayrete sahip olmaktır.

Bugün devlet kurumları, kabiliyetli ve çağın gerektirdiği maharetlere sahip, her türlü ideolojilerden uzakta millî bir gençliği yetiştirme hususunda, gerekli kurumsal ve yapısal özelliklerden mahrumdur. Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalarda, gençlerin ortaya koyduğu görüşler de bunu doğrulamaktadır. Nitekim Amerikalı bir kuruluş olan, Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü tarafından Türkiye’de gençlik kesimi üzerinde yapılan bir araştırmada, en fazla güven duyulan kurumlar arasında şöyle bir sıralama gerçekleşmiştir;13 1- TSK, 2- Özel Hastaneler, 3- Özel okullar, 4- Sivil Örgütler, 5- Özel Üniversiteler, 6- Dinî Kurumlar, 7- Büyük Holdingler, 8- Devlet üniversiteleri, 9- MGK, 10- DGM… ve otuz kurum arasında en az güvenilen ise siyasî partilerdir. Bu sonuçlar da göstermektedir ki, devletin temel direği ve rejimin koruyucusu olan orduya güven, gençliğin Türkiye Cumhuriyeti devletinin devamlılığı konusundaki kararlılığını göstermektedir. Bunun yanında özel hastane, özel okul ve özel üniversitelerin devletin diğer kendi kurumlarından daha fazla güvene mazhar olması, devlet kurumlarının gençliğin ihtiyaç ve beklentisini karşılayacak donanım ve kabiliyete sahip olmadığını göstermektedir.

Yine Atatürk, “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğretimin sınırları ne olursa olsun, en evvel ve en esaslı olarak Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”14 derken, bizler bugün gençlerimize, devlet kurumlarımızda ve eğitim müesseselerimizde, Türklüğe hakaret eden, gençliğin alabilecekleri millî değerleri baltalayan ve her türlü ideolojinin cirit attığı bir ortam sunmaktayız. Zira son günlerde Ermenilere soykırım yaptığımızı iddia eden Fransızlara, çok hararetli tepkiler gösteriyoruz ancak, şunu bilmiyoruz ki, Millî Eğitim Bakanlığı’nın gençlere tavsiye ettiği “Emanet Çeyiz” kitabıyla biz onlardan daha önce davranmışız ve Ermenileri soykırıma tabi tuttuğumuzu! kabul ederek bunu kendi neslimize öğretmeye çalışmışız. İşte acı gerçekler…

Bu itibarla özellikle millî eğitim sistemimiz düzeltilmeli, gerek ders programları ve gerekse okutulan kitaplar yeniden gözden geçirilmelidir. Hükmünü yitirmiş ve çürümüş kuramlar müfredatlardan çıkarılmalı, Türk milletinin tarihine aykırı bilgiler içeren kitaplar ayıklanmalıdır.

Atatürk’ün sözleri, bütüncü bir yaklaşımla değerlendirilmeli, satır aralarından yapılan alıntılarla değerlendirilmemelidir. Atatürk, söylediklerini soyut düzeyden somuta, sözden fiile geçirmiş veya geçirmeye çalışmış bir kişidir. Bu yönüyle Atatürk “aksiyon” yönü ağır basan bir kişiliğe sahiptir. Atatürk bir aksiyon adamıdır. Bugün Atatürkçüyüm diyen kesimlerin ve gençlerin, söylemleri olan eşitlik, dürüstlük, demokrasi ve lâiklik gibi konulardaki sözleri, icraatları ve hareketleriyle çelişmektedir. Dolayısıyla konunun söz kısmı, sloganlara dönüşmekte, eylem kısmı ise havada kalmaktadır. Bu konuda esas olan ise, Atatürk’ü ideolojileştirmek, ilâhlaştırmak veya sözde savunmak değil, O’nun fikirlerini ve düşüncelerini harekete geçirmektir.

Dolayısıyla Atatürk, her şeyden önce sloganların ötesinde anlatılmalı ve anlaşılmalıdır. Zira slogan düzeyinde kuru, özden uzak bir şekilde Atatürk’ü anlatmak, sosyal kitlede psikolojik olarak olumsuz bir sonucu doğurur. Bu sonuçtan ise her şeyden önce toplum nezdinde Atatürk ve Atatürk sevgisi zarar görür. Çünkü canlılığı olmayan sloganların, taraftarları haricindeki kitleye, tepki, uzaklaşma ve sloganda işlenen kişiye veya fikre karşı bir soğuma hâlinden başka verebileceği hiçbir şey yoktur. Bu yüzden Atatürk’ün fikir sistemi ve düşüncesinin sloganlaşmış kuru sözlerle değil, sözle-fiilin uyumu sağlanarak, gerçekten samimî olarak, bir bütün şeklinde verilmesi gereklidir. Aksi bir durumda ise şeklî olarak, Atatürk’ten ve fikirlerinden çok uzaklarda kalan bir gençlik yetiştirilmiş olacaktır.

Bu itibarla, Türk gençliği her şeyden önce ideoloji değil, “ülkü” sahibi olmalıdır. Çünkü ideoloji, zikrettiğimiz mahzurlarının yanında, tarihî süreç içerisinde belirli bir sorundan kaynaklanan ve kuramcısının bulunduğu kültüre, sosyal ortamına ve hattâ kişiliğine göre ortaya çıkan çözüm sistemi ve şablonudur. Bu şablon ise ideolojiye göre, tedricî bir şekilde reformcu hareketlerden, katı şiddet hareketlerine uzanan bir çizgide kendini ortaya koyar. Ülkü ise aynı kültüre mensup pek çok kişi tarafından, tarihî süreç içerisinde, ortak sevinç ve acılarla yoğrularak, yeni nesillere milletin huzurlu yaşaması ve devletin muzaffer olması uğrunda, sunulan gayelerdir. Kaynağını milletin tarihinden alan ülkünün hedefi gelecektir. Yani “kökü mazide ati” olmaktır. Bu doğrultuda, ülkü bir hedef olması itibariyle, insanlara bugünkü şartları değerlendirmek için gerekli azmi ve gayreti verir. Dolayısıyla geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü kurulur. İşte bu köprünün adına ülkü diyecek olursak, her bir Türk büyüğünü de ona tuğlalar ekleyen birer millî usta olarak görmemiz gerekmektedir. İşte Atatürk de bu büyük ustalardan biridir.

Bu yönüyle Atatürk, Türk gençliğine, kısır bir döngü içerisinde hareket etmesine ve her olaya belirli bir şablonla bakmasına yol açacak, izm’lere dayalı bir ideoloji değil; muhtaç olduğu kudretini asil kandan (Türklükten) alarak, ülkesini ve milletini, çağın gerektirdiği ilim ve tekniğe kavuşturup, milletini ve onun değerlerini huzurlu bir şekilde yaşatacak, diğer devletler ve milletler nezdinde en üst sıraya çıkartacak olan bir ülkü bırakmıştır.

Atatürk, hayatında, değişik şartlarda ve mekânlarda çeşitli konular hakkında fikir belirtmiş ve tutumunu ortaya koymuştur. Konuya göre ilm-i siyaset dairesinde hareket ettiği de olmuştur. Ancak Atatürk’ün bu zaman ve mekân boyutunda, söylediği sözlerinde değişmeyen gerçek, onun milliyetçiliği ve Türkçülüğüdür. Fakat bu milliyetçilik, belirli bir güven ve vakar dairesinde, hoşgörü temelinde gerçekleşmiş, hiçbir zaman bir Mussolini, bir Hitler ırkçılığına dönüşmemiştir. Dolayısıyla bugün gençlerimize verilecek yegâne ülkü, Türk milletine ve kültürüne dayanan bir milliyetçilik anlayışı olmalıdır.

Sonuç olarak zamanın ve bulunduğumuz sürecin gerçeklerini hesaba katmadan körü körüne bir şekilde Atatürk’e sarılarak, onu ve fikirlerini doğmatik yapmayalım. Zira Atatürk çağdaşlaşmanın temellerini ortaya koyarken, her türlü doğmatik düşünceyi ve bağnazlığı reddetmiştir. Bu itibarla gençliğin asıl gayesi, statik bir kafa ve hedefle, Atatürk’ün dönemini ve fikirlerini doktrin hâline getirerek, onu bir ideoloji kuramcısı gibi benimsemek değil, 2000’li yılların gerçeklerinden hareketle, O’nun gösterdiği “muasır medeniyet” seviyesine Türk milletini ulaştırmak olmalıdır. Atatürk’ü, heykellerin, ideolojik kalıpların, etiketlerin ve sloganların ötesinde kafa ve gönül bütünlüğü içerisinde sevmelidir.

DİPNOTLARI

1- Kayaoğlu, İsmet: “Kurtuluş Savaşında Gençlik”, Konya-1987, s. 216

2- Kabacalı, Alpay: Türkiye’de Gençlik Hareketleri, İstanbul-1992, s. 67

3- İnan, A. Mithat: Toplum İdeoloji Gençlik, Ankara-1989, s. 43

4- Yılmaz. T. Sülker: Türkiye’de Gençlik Hareketleri, İstanbul-1997, s. 15

5- Sarış, Behçet Macit: Gençlik, İstanbul-1936

6- Erişçi, Lütfü: Türkiye’de Gençlik Meselesi, İstanbul-1997, s. 1-2

7- Önder, Mehmet: “Atatürk’ün Millî Kültür Politikasında Gençliğin Yeri” Konya-1987, s. 39-41

8- Erkal, Mustafa E.: “Toplumda Bir Sosyal Grup Olarak Gençlik”, İstanbul-1987, s. 36

9- Kocatürk, Utkan: “Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Konya-1986, s. 22

10- Irmak, Sadi: “Atatürk’ün Gençlik Konusundaki Tutumu”, Konya-1986, s.17

11- Althusser, Louis: İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul-1994, s. 32

12- Meriç, Cemil: Bu Ülke, İstanbul-1997, s. 34

13- Ülsever, Cüneyt: “Gençlik Türkiye’yi Nasıl Görüyor”, Hürriyet Gazetesi, 7 Şubat 2001, s. 18

14- Yaşa, Dursun: Kahramanlık Şiirlerimizden Bir Demet, Ankara, 1997, s.1.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -