Ana Sayfa 1998-2012 .ARI BİZİZ, BAL BİZDEDİR…

.ARI BİZİZ, BAL BİZDEDİR…

(Türkçenin Bahçesinde Bir Gezinti)-III

- Reklam -

KARANLIĞA UZANAN MUM IŞIKLARI

“Her şeyden evvel kendinizin dikkat ve itinâ ile seçeceğiniz vesîkalara dayanınız. Bu vesîkalar üzerinde yapacağınız tedkiklerde her şeyden ve herkesten evvel kendi inisiyatifinizi ve millî süzgecinizi kullanınız.”

“Biz dâimâ hakîkat arayan ve buldukça, kâni oldukça, ifâdeye cür’et eden adamlarız.”- Atatürk – [Atatürk (İslâm Ansiklopedisi 10. cüz’den ayrı basım), İstanbul, 1970, s. 245/ Hazırlayanlar: S. Omurtak, H. A. Yücel, İ. Sungu, E. Z. Karal, F. R. Unat, E. Sökmen, U. İğdemir]

Türkçe, Dünyâ dillerinin ilmî tasnîfinde menşe’ bakımından Ural-Altay dil âilesine, yapı bakımından da eklemeli diller grubuna bağlanmaktadır. (Prof Dr. Muharrem Ergin, a.g.e. s. 5-7)

Yeryüzünde konuşulmuş üç bine yakın dilden, ancak yüz yirmi kadarı “devlet dili” özelliği gösterirken; Türkçe, devlet dillerinin târihi en eski olanları arasında yer almaktadır. (A. Dilaçar, Devlet Dili Olarak Türkçe, Ankara, 1962, s. 6)

- Reklam -

Türk târihinin, bilinen ilk siyâsî teşekkülü olan Hunlar, daha devletin kuruluşundan itibâren Türkçeyi devlet dili olarak kullanmaya başlamışlardır. (A. Dilaçar, a. g. e. s. 6-7)

Orhun Âbideleri’nden önceki karanlık devri aydınlatmak; hem yazı dilini hazırlayan “konuşulan Türkçe”yi incelemek, hem de Türk yazı dilinin daha eskilere çıkan yeni metinlerini bulmak yolundaki çalışmalar, Türkolojinin en çok uğraştığı konulardır.

Türk ilim adamlarının ve yabancı Türkologların – her türlü takdîr ve şükran duygularının üstünde olan – çalışmaları, Altay Yaylası’yla Orhun arasını kaplayan karanlığa ümit verici mum ışıkları uzatmıştır.

Bu çalışmalara bizzat katılanlardan merhûm Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk dilinin “ana kaynağından bugünkü şîvelere varıncaya kadar geçirdiği gelişme merhaleleri”ni şöyle sıralamaktadır:<

“1- Altay Devri: Türk- Moğol dil birliği

- Reklam -

2- En Eski Türkçe Devri: Proto Türk dil birliği

3- İlk Türkçe Devri

4- Eski Türkçe Devri: 6.-9. asırlar

5- Orta Türkçe Devri: 10.-15. asırlar

6- Yeni Türkçe Devri: 16.asırdan itibâren

7- Modern Türkçe Devri: Günümüz. (Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Târihi (I), İstanbul, 1970, s. 52)

Yukarıdaki tasnifte 4. sırada bulunan “Eski Türkçe Devri”, aynı zamanda ilk yazılı metinlerin de ortaya çıktığı devirdir. Bu bakımdan, Eski Türkçe’den önceki devirler, biraz evvel bahsettiğimiz “mum ışıklarının uzandığı” devirlerdir.

Türkçenin karanlık devirlerinde meydâna gelen en büyük hâdise, dilden çıkan bâzı kolların ayrı istikâmetlerde gelişmeleri, ana dilden kopmalarıdır. Reşid Rahmetî Arat ve Muharrem Ergin gibi dil âlimlerimiz, Türkçeden bilinmeyen bir zamanda ayrılmış olan Çuvaşça ve Yakutça’yı Türkçenin lehçeleri kabûl etmektedirler. Yine aynı âlimlere göre, Türkçenin bilinen târihî akışı içinde ayrılmış olup bâzı ses ve şekil farklılıkları gösteren Özbekçe, Kırgızca, Kazakça, Âzerî ve Osmanlı Türkçesi gibi kollar da şîvedir. (Prof. Dr. L. Rasonyi, a. g. e. s.16/ Prof. Dr. M. Ergin, a. g. e. s. 9/ Ali Karamanlıoğlu, Türk Dili Nereden Geliyor, Nereye Gidiyor? İstanbul, 1972, s. 24)

Tahsin Banguoğlu gibi bâzı âlimler ise, Yakutça ve Çuvaşçayı ayrı birer Türk dili olarak değerlendirmektedirler. (Ali Karamanlıoğlu, a. g. e. s. 24)

“Türkçe, çok muhâfazakâr ve sağlam bünyesi sâyesinde iki bin yıllık bir târihe sâhip olduğu ve çok uzak mesâfelere yayıldığı hâlde, az değişikliklere uğramış ve başka birtakım eski diller gibi istihâlelere ve kaybolmaya mahkûm bulunmamıştır. Türklerin büyük imparatorluklar içerisinde siyâsî birlikler hâlinde kalmaları da Türkçenin yeni lehçelere ayrılmasına fazla fırsat vermemiştir.” (Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi (I), İstanbul, 1969, s. 41)

Yine “Eski Türkçe” devrinden önceki dönemde, Türkçenin coğrafî yayılışının sınırlarını tâyin etmek de bir hayli güç olmaktadır. Türkçenin ilk devirlerindeki sâhası, yalnız Altay Dağları bölgesi midir? Türkçe, Altaylar’dan başka bir bölgede târih sahnesine çıkmış olamaz mı? Bu soruların kısa ve net cevapları, maalesef verilememektedir. Hangi sâhalarda konuşulduğu hakkında bile tereddütlü bilgilere sâhip olduğumuz Türkçenin ilk devirleri aydınlandıkça, Türk târihi ve medeniyetinin de geriye doğru ufku genişleyecektir.

Nitekim, bu konuda değerli araştırmalar yapılmakta, yeni ve ilgi çekici teklifler getirilmektedir. Meselâ, Finlandiyalı Mongolist ve Türkolog Ramstedt, Çin ve Kore dillerinin konuşulan lehçeleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonunda, Türk dilinin en eski inkişâf sâhasının Kuzey Çin ve Kore toprakları olduğunu; Kore dilinin en eski bir Türk şîvesinden türediğini iddiâ etmiştir. (Ord. Prof. Dr. Z. V. Togan, a. g. e. s. 15)

Türk ve Kore dilleri arasında yakın benzerlikler bulan Ramstedt, her iki dilden inandırıcı örnekler de göstermiştir: Türkçe “sakü” (seki); Korece “siek”(oturma yeri), Türkçe “kümüş”(gümüş); Korece “kım” (mücevher, altın)…gibi. (Prof. Dr. A. Caferoğlu, a. g. e. s. 41)

Ramstedt’in çalışmalarından da anlaşılacağı üzere, Türk dilinin ilk devirleri hakkında yapılacak ilmî araştırmalar, “Türklerin anayurdu” mes’elesi gibi, Türk târihinin çok önemli konularında bile, yeni görüşlerin ortaya atılmasına sebep olacaktır.

Konuşulan Türkçenin, çok eski devirlerde ve çok geniş sâhalarda, hem de “devlet dili” olarak yaşadığını gösteren Türkçe metinler, şimdilik milâdî sekizinci asırdan önceye inmiyorsa da, bu fikri doğrulayan başka işâretler vardır. Bu işâretler, târih boyunca Türklerle münâsebette bulunmuş yabancı milletlerin resmî ve gayr-ı resmî kayıtlarında serpiştirilmiş olarak durmaktadır. Bu kaynaklardaki Türklere âit isim, unvân ve diğer kelimeler (bilhassa Çincedeki bilgiler) hassas bir ilim süzgecinden geçirilmeye muhtaçtır. (Prof. Dr. Osman Turan, a. g. e. s. 41)

Bizanslı târihçi Priskos’a göre, 448 yılında Attilâ’nın devlet merkezi(Etzelburg)’nde Türkçe, devlet diliydi. Dedelerinden birinin Oktar, babasının Muncuk, amcasının Ruga (Rua), karısının Arığkan (Arıkan), oğullarının da İlek, İrnek ve Dengizih (Dengizik) gibi Türkçe adlar taşıması, bu gerçeği destekler. (A. Dilaçar, a. g. e. s. 6-7/ Prof. Dr. L. Rasonyi, a. g. e. s.72-78/ Prof. Dr. Osman Turan, a. e. g. s. 42)

“Yazının kullanılmasından önce Türk kağan ve beylerinin tâbileri ile muhâberelerinde bâzı işâretlere sâhip olduğu anlaşılıyor. Onuncu asır Arap âlimi İbnü’n-Nedîm’in, Bağdad’da bir Türk kumandanından alarak verdiği kayda göre, Büyük Türk Hükümdârı, tâbilerine bir emir yazmak istediği zaman vezîrini çağırır; oku yarmasını emreder. O da üzerinde birtakım işâretler yapar. Türk ileri gelenleri (beyleri) bunların mânâsını bilir ve hükümdârın maksadını anlar. Az işâret (nakış) ile çok şey ifâde edilir. … Çin kaynaklarında Türklerin mukâvele yapmak maksadı ile tahta üzerine işâret yaptıklarına dâir kayıtlar da bunu te’yid eder ve aynı hâdiseyi belirtirler. … İşâretli ok gönderme sûretiyle emirlerin tebliği, Türkler arasında yazının kullanılışından sonra ve İslâm devrinde bile devâm etmiştir. … Türkçede okumak nasıl ok ile ilgili ise, bu işâretlerin yazı hâline gelmesi de ona bağlı olarak gelişmiş ve Orkun (Orhun, Kök Türk) alfabesi de böylece Kun (Hun) devrinden beri başlayan bu muhâbere işâretlerinin tekâmülü ile meydâna çıkmıştır.” (Prof. Dr. Osman Turan, a. g. e. s. 44)

———————————————

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -