Ana Sayfa 1998-2012 Amerikan Üniversitelerinde Yönelişler

Amerikan Üniversitelerinde Yönelişler

1. İDARECİLERDE ARANILAN VASIFLAR

- Reklam -

Amerikan üniversiteleri ister özel, ister ise eyalet üniversitesi olsunlar bütçelerinin büyük bir bölümünü kendileri bulurlar. Bütçesinin en büyük kalemini daima öğrencilerden alınan harçlar belirler. Öğrenci harçları mesleğe ve üniversitenin prestijine göre değişmektedir. Yıllık harçlar 10 000 ile 50 000 dolar arasında değişmektedir. İyi üniversiteler için bu rakam 25 000 dolar altında değildir. 10 000 öğrencisi olan ortalama büyüklükteki bir üniversite böylece öğrenci harçlarından 250 milyon dolar toplamış olur ki oldukça iyi paradır. Ancak, bu büyüklükteki bir üniversitenin iyi şartlarda işletilmesi için yıllık 500 milyon dolar civarında paraya ihtiyaç vardır. Geriye kalan parayı bulmak da o kadar kolay değildir. Bu amaç ile her üniversite öncelik ile mezunlarına başvurur. Bütün mezunlarının adreslerini bilirler ve onlarla teması sağlamak için adı “Alumni” olan teşkilâtlarını kurmuşlardır. İdarecilerin iyi temas sağlamaları halinde mezunlar eski üniversitelerine büyük bağışlarda bulunmaktadırlar. Üniversitelerin bütün binaları şahıs veya şirket ismi taşır. Çünkü o binayı o kişi veya şirket yapmıştır. Kastetdiğimiz binaların bugünki maliyetleri 100 milyon dolar altında değildir. Böylece, bu kişi veya kuruluşlardan temin edilen paranın büyüklüğü ortaya çıkar. Drexel Üniversitesi’nin eski mezunlarından her yıl elde ettiği bağışın ortalaması 120 milyon dolar civarındadır. Okurlarımızın hatırlayacağı gibi, Cilinton geçen seneki Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşmada bir Türk’e mezun olduğu MIT’ye 150 milyon dolar bağışladı diye teşekkür etti. Üniversite, özel veya vakıf üniversitesi ise, mütevelli heyeti üyeleri üniversite bütçesinin belirli kısmını karşılarlar. Hem özel hem de eyalet üniversitelerinin bütçelerinin belirli bir oranı eyalet tarafından karşılanmaktadır. Son kaynak ise öğretim üyelerinin yürüttükleri araştırma projeleri ile temin edilen paradır. Belirtilen bütün bu kaynaklar iyi çalıştırılır ise geriye kalan 250 milyon da böylece temin edilmiş ve üniversitenin o yılı kurtarılmış olur. Aksi halde işler kötüye doğru gidecektir.

Bu paraların temininde birinci görev rektörden başlayarak üniversite idarecilerine düşmektedir. Bu sebep ile Amerikan üniversiteleri rektör veya dekan ararken öncelik ile o kişinin para ile ilişkisini araştırmaktadırlar. Rektörün Türkiye’deki gibi profesör olması falan şart değildir. Eğer bir profesörde istedikleri niteliği bulurlar ise elbette ki onu tercih ederler. Drexel Üniversitesi’nin şu anki rektörü 1995 yılında bu göreve atanan bir Rum, Profesör Constantine Papadakis. Bu göreve atandığı tarihte her akademik personele dağıtılan özgeçmişinde daha önce görev yaptığı hangi üniversiteye hangi kaynaktan kaç milyon dolar malî destek temin ettiği yazılı idi. Nisan 2000 tarihinde Mühendislik Fakültesi Dekanlığına atanan Türk, Profesör Güceri için yapılan tanıtım da aynen ben zeri. Bu kişilerden birinci beklenen para kaynaklarını bilmeleri ve oralara kolay kavuşacak halkla ilişkiler tecrübesine sahip olmalarıdır.

Philadelphia’daki önemli üniversitelerden birisi olan Temple Üniversitesi’nin rektör atamasını son canlı örnek olarak verebilirim. Bu ünivertisenin en büyük ünitesi Tıp Fakültesidir. Bütün tıp fakülteleri büyük miktarlarda para ile işletilir. Amerika’da ise iş biraz daha ilerlemiş ve tıp fakülteleri bölgedeki pek çok hastahaneyi yönetimleri altına almışlar. Böylece devâsâ bütçeli sağlık kuruluşları oluşmuş. Ancak, son yıllarda yapılan yanlış tedaviler yüzünden bütün üniversitelerin tıp fakülteleri çok büyük miktarlarda tazminat ödemeye mahkeme kararı ile zorlanmışlar. Bu tazminatların miktarları bazı üniversiteler için 300 milyon doların üzerinde. Böylece bütün üniversite idaresi büyük sıkıntı çekiyor. Temple de aynı sıkıntı içinde olan üniversitelerden birisi. Yeni göreve atanan ve Ağustos 2000 tarihinde göreve başlayacak olan David Adamany, Harvard Üniversitesi mezunu bir avukat. Daha önce Detroit’teki Wayne Eyalet Üniversitesi’nin 15 yıl rektörlüğünü yapmış ve onu içinde bulunduğu malî bataktan çıkarmış. Bu amaç ile üniversitesinin arazilerini konut imalâtı için satmış, Michigan eyeletini zorlayarak 300 milyon dolar koparmış, tıp fakültesinin bölge hastahaneleri ile olan ilişkisini azaltarak o hantal sistemden kurtarmış. Böylece Wayne Üniversitesi düzgün yoluna girerek önce imajını kurtarmış, daha sonra da grafik iyiye doğru gitmiş. Temple Üniversitesi’nde de aynı şeyleri yapması bekleniyor.

Eğer Türkiye’den örnek verecek olur isek, ODTÜ hâlâ en iyi rektörünün, 1960’lı yıllarda görev yapan Kemal Kurdaş olduğuna inanır. Daha önce bakanlık yapmış ve idarecilik tecrübesi çok iyi olan bir rektör. Diğer taraftan İhsan Doğramacı bir profesörden ziyade idarecilik için çok iyi ikinci bir örnektir. Hem Hacettepe gibi çok güzel bir üniversitenin kuruluşunu ve bütün altyapısını gerçekleştirmiştir, hem de Bilkent gibi dünya klasında bir özel üniversite kurmuştur. Diğer taraftan kendi yönetiminde gelişen Tepe Grubu da bugün Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisidir.

2. BİLGİSAYAR BİLİMLERİNE KAYIŞ

İnternet hizmetlerinin hızla gelişmesinde de görüleceği gibi Bilgisayar Mühendisliği veya Bilgisayara Dayalı Eğitim Programları her geçen gün hızla çoğalıyor. Bu durum son yıllarda Türkiye’de moda halinde. Bilgisayar Mühendisliği OSYM puanlarında zirveye doğru çıkıyor. Amerika’nın bilgisayar uygulamaları konusunda Türkiye’den ne kadar önde olduğunu düşününce, insan burada artık doyuma gidilmiş olması gerektiğini düşünüyor. Ancak üniversitelere başvuran öğrencilerin meyilleri hâlâ bilgisayara dayalı programlara doğru ve hızla tırmanmaya devam ediyor. Şekil 1’de 1995-1999 yılları arasında A.B.D.’deki 156 Bilgisayar Bilimleri Programına kayıt olan öğrenci sayısı gösterilmektedir. Görüleceği gibi 1998 yılında bir azalma olmuştur, ancak genel olarak kayıt olan öğrencilerin sayısı her yıl ortalama olarak 4000 öğrenci artmaktadır. Pek çok üniversite Bilgisayar Bilimleri Programı açmak için hazırlık içindedir. Görev yaptığım Drexel Üniversitesi, halen adı Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği olan bölümü ikiye bölerek Bilgisayar Mühendisliği Bölümünü kurmaya karar vermiş bulunmaktadır. Halen bu programı olan üniversiteler kapasitelerini artırmak için hazırlık yapmaktadırlar. Bu amaç ile pek çok sınıf ve laboratuvar Bilgisayar Laboratuvarlarına dönüştürülmektedir.

- Reklam -

Bilgisayar bilimlerine doğru olan bu öğrenci kayması, diğer mühendislik veya teknoloji bölümlerini ciddî olarak endişe ettirmektedir. Amerika’nın nüfusu hemen hemen sabit olduğundan üniversiteye girecek öğrenci sayısı da sabittir. Bu sebeple bazı bölümler öğrenci bulmakta zorlanmaktadırlar. Amerikan üniversitelerinin bölümlerindeki öğrenci sayısı Türkiye’deki üniversiteler ile karşılaştırılamayacak kadar azdır. Türkiye’de ortalama büyüklükte bir bölüm her yıl 100 öğrenci alır ve biriken öğrenciler ile beraber toplam öğrenci sayısı 600 civarındadır. Bu rakam ODTÜ gibi her yıl 200 civarında öğrenci alan bölümlerde kolaylıkla 1000 öğrenciyi geçmektedir. Halbuki burada her bölümde toplam olarak ortalama 100 öğrenci bulunmaktadır. Birikmeler de göze alınır ise her yıl 20-25 öğrenci alıyorlar demek. Görev yapmakta olduğum Drexel Malzeme Mühendisliği Bölümünün toplam öğrencisi 90. Son sınıf dersleri 5-10 kişilik sınıflarda yapılıyor. Bölümlerin yeteri kadar öğrenci bulamamaları bir taraftan üniversite idarecilerini malî sıkıntıya sokar iken, diğer taraftan da ülke teknik elemanlarının dağılımını plânlayanları dahi endişeye sevk etmektedir. Bilgisayar bölümlerine bu hızlı kayış pek çok temel mühendislik veya teknoloji bölümünün öğrencisizlikten ve malî kaynaksızlıktan kapanması demektir. Çünkü bu ülkede bölümleri ayakta tutan birinci kaynak öğrencilerden alınan harç parasıdır. Temel bölümlerin kapanması ise endüstrinin ihtiyaç duyduğu pek çok teknolojik sahada eleman yetişmemesi demektir. Bu elemanlar yerine sadece bilgisayar eğitimi almış eleman koymak yeterli olmayacaktır. Şu anda bile pek çok şirkette bu durumun yaşandığı belirtilmektedir. Philadelphia bölgesine elektrik sağlayan Peco Şirketi, yüksek voltaj konusunda yetiştirilmiş mühendis bulamadığını ve bunların yerine bilgisayarcıları alınca da problemin çözülmediğini belirtmektedir. Bir yerde bıçak kemiğe dayanmıştır. Şirket, Drexel Üniversitesi’ne başvurarak Yüksek Voltaj kürsüsünün kurulması halinde bütün masrafları üstleneceğini belirtmiş ve halen üniversite ile sözleşme imzalamıştır.

3. ÖĞRETİM ÜYELERİNİN MALİYETİ VE KISMÎ STATÜYE KAYMA

Geçmiş yıllarda Amerikan üniversitelerinin çoğu, akademik elemanlarını kadrolulardan (tenure) oluştururlar idi. Kadrolu olmak, öğretim üyelerinin bağımsızlığı için vaz geçilmez kabul edilir idi. Ancak, kadrolu öğretim üyelerinin üniversitelere maliyeti çok yüksek olmakta ve üniversiteler bu maliyeti karşılayamamaktadırlar. Kadrolu öğretim üyeleri dönem başına birden fazla ders vermek istememekte ve daha çok araştırma ile uğraşmayı tercih etmemektedirler. Üniversite idaresi ise her dersi kadrolu elemanına verdirecek kadar malî kaynak bulamamaktadır. Bu sebep ile son yıllarda kısmî statülü öğretim elemanı moda haline gelmiştir. Bütün A.B.D. üniversitelerinin ortalaması olarak, kısmî statülü öğretim üyelerinin toplam öğretim üyelerine oranı 1970 yılında % 22 iken 1997 yılında % 42.5’e çıkmıştır. Özellikle Meslek Yüksekokulu benzeri kuruluşlarda (Community College) bu oran % 69’a varmıştır. A.B.D.’de 3500 civarında üniversite veya yüksek öğretim kurumu olduğu bilinmektedir. Tablo 1’de en ünlüler ve ilk 150 içinde iki üniversitenin lisans öğrenci ve öğretim üyesi bilgileri verilmiştir. Caltech (batı yakası) ve MIT (Doğu yakası) daha çok lisansüstü öğretim ve araştırma yapan kuruluşlardır ve lisans öğrencileri lisansüstü öğrencilerinden daha azdır. Ayrıca bu iki üniversitede “Araştırma Profesörü” statüsü ile görevli akademik kadro, öğretim amaçlılardan fazladır. Araştırma için görevli profesörler maaşlarını üniversitenin bütçesinden değil de kendilerinin üniversiteye getirdikleri projelerden alırlar. Bunlardan ders vermek için de faydalanılmaktadır. Tablodan görüleceği gibi bu iki üniversitede kısmî statülü öğretim elemanı yoktur. Ancak, ilk 10 içinde olan Stanford’da % 25, Yale’de % 33, Upenn’de % 50 kısmî statülü öğretim elemanı vardır.

Kısmî statülü öğretim elemanlarından araştırma yapmaları beklenmemektedir. Bu kişiler ders saati başı ücret aldıklarından çok ders vermek istemektedirler. Üniversite, onlara sadece saat başı ücret ödemekte ve sağlık, emeklilik gibi hiç bir sosyal güvenceleri ile ilgilenmemektedir. Aynı dersi verecek kadrolu ve kısmî statülü öğretim elemanı arasındaki maliyet 3:1 civarındadır. Yani üniversite idaresi aynı dersin maliyetini kısmî statülülere verdirerek 1/3 civarında düşürmektedir ve böylece bütün derslerden sağlanan tasarruf çok büyük rakamlara ulaşmaktadır. Amerika’da şu anda tartışılan, kısmî statülülerin yasaklanması değil, hangi oranda tutulmasıdır. Özellikle sanat ağırlıklı bazı meslekler için tek çıkar yol kısmî statülü elemanlardır. Bu dallarda üniversiteler kadrolu eleman bulamamaktadırlar. Ancak, mühendislik ve teknoloji gibi mesleklerde kısmî statülülerin mümkün olduğunca az tutulması ve bu kişilerin birinci sınıf derslerinde ve üst sınıflardaki teknik olmayan seçmeli derslerde görevlendirilmeleri istenmektedir. Aksi halde temel meslekî bilgilerin bu elemanlarca yeterince öğretilemeyeceği endişesi vardır. Fakat üniversite idarecileri için kısmî statülüler çok caziptir. Ayrıca, kadrolu bir öğretim elemanının işine son vermek oldukça zor iken, kısmî statülü bir eleman beğenilmediği zaman kendisine ders verdirilmeyecektir.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -