Ana Sayfa 1998-2012 ALKIŞI ANLAMAK

ALKIŞI ANLAMAK

Devletin resmî televizyon kanalında, bir hanım türkücü, Ecevit’in ölümüne söz düşürerek: “Rahmetlerin en büyüğünü ve güzelini ona gönderiyoruz.” dedi. Şimdiye kadar duyduğumuz en garîb ve de maksadını aşan tâziye cümlesi, bu olsa gerek. Rahmeti, kul gönderebilir mi? Rahmetin büyüğüne, güzeline ve kime gideceğine kul hükmedebilir mi?

- Reklam -

“Rahmet”, “Rahîm” ve “Rahman” Allâh’ın uhdesinde olan bir kudrettir. Bunu, dilediğine verecek tek makâm da, yine Allâh’ın zâtıdır. Hiçbir kul ve bu arada TRT’nin türkücü hanımı, kendinde rahmet kaynağı vehmedemez.

Bütün bunlar, dinî hayâtımızda meydâna getirilen yabancılaşma hareketinin sonuçlarıdır. “Rahmet” hakkında mâlûmât sâhibi olmak için, dinî tedrisât yapmak gerekmiyor. Bu ülkede yaşayan herkes, hangi inancın mensûbu olursa olsun, “rahmet” dilemeyi bilir. Ama, “Rahmet gönderme” diye bir kul fiili, akâidimizde de, örfümüzde de yok.

Lâik ritüelleri günlük hayâtımıza öyle bir yerleştirdiler ki; esâsımızdan, özümüzden behremiz kalmadı. “Mezârlara ibâdet” gibi, İslâm’ın rûhuna aykırı bir davranışa ilâhî sıfatlar ve duruşlar yakıştırmak, günümüzde nasıl çığ gibi kalabalıklar tarafından kabûlleniliyorsa, -hâşâ- rahmete mâlik olma iddiâsı da, aynı karakûşî hesâba dâhil.

“Ameller niyetlere göredir.” düstûru, her işimizde âkıbete ayna tutuyor. Câmide sözü olmayanın, rahmette de gözü olmuyor.

Eski zamanlarda “alkış”, duâ demekti. Şimdi ise, alkış fiiliyle duâ edilmek isteniyor. Cenâze alkışlama turfalığı, İslâm Dünyâsı’ndaki eğreti duruşumuzun tuhaf ama, en reel göstergesi… Bu tuhaflıkta zamâne firavunlarının inkârı mümkün olmayan payı var.

“Fir’avn” veyâ Türkçedeki yaygın söylenişi ile “Firavun”, her ne kadar kadîm Mısır hükümdarlarının unvânıysa da, bu, kendinde ulûhiyet vehmeden bütün zâlimlerin ortak etiketidir. Bâzen Sezar, bâzen Çar, bâzen Kayzer, bâzen Kisrâ, bâzen de Nemrut isimleriyle anılan bu zulüm makinalarının hepsi, istisnâsız firavundur.

- Reklam -

Hükümdar firavunlar, hüküm-fermâ oluşlarını firavunluk emelleri için nâ-mütenâhî bir imkân gibi kullanmışlardır. Ama, hükümdarlık sıfat ve otoritesi bulunmadığı hâlde firavunluğu hak edenler, daha keskin sirkedirler. Dünyâ tefekkür târihi ile siyâset meydânı, bu çeşit firavunlarla doludur.

İtirâf etmek lâzım ki, içinde bulunduğumuz 21.yüzyılın, firavun sıkıntısı yok. Bu, cümle âlemin mâlûmudur. Ne ki, bunu açık yüreklilikle ifşâ edecek âdemoğlu fıkdânı var.

Meselâ, Türkiye’de yayınlanan gazete, televizyon, dergi, radyo vb.nin sâhibi, yayıncısı, editörü mevkiinde bulunan cemm-i gafîrin tamâmına yakını firavundur. Firavunluğun şiârı, hakkı ve mukaddesâtı inkâr ise; bizim anlı-şanlı medyamız, bunu eksiksiz yerine getiriyor. Âile yapımızdan câmi mihrâbına, kışladan serhaddeki nöbetçimize kadar bütün vatan, bu mâneviyât katl-i âmından nasîbini alıyor.

Esâtir-i evvelin Fir’avn’ına Kızıldeniz’i mezâr yapan Hz. Mûsâ ve onun risâlet mesajına ne kadar muhtâcız… Günümüz firavunlarına kesilecek cezânın, Türk milletiyle Türk vatanının ismi ve cismi silinmeden tahakkukuna muntazır, dâimî niyâz hâlindeyiz.

Firavunlar ve firavun idrâki, Dünyâ durdukça vâr olacaktır. Çünkü, firavun demek, Şeytan’ın şirketine ortak olmak demek. İlâkıyâmet Şeytan vazîfesini sürdüreceğine göre, firavunlara da o vakte dek mehil verilmiş…

- Reklam -

Firavun’un şahsı ve zihniyetiyle mücâdele eden cesâret ehline kahraman diyoruz. Hatırı sayılır bir kalabalığın kabûlüne mazhar olmuş kişiler kahramanlığın ilk adımını atmışlardır. Lâkin, bâzen şahıs indinde kazanılan mevziî ve küçük kahramanlıklar da vardır. Yine istisnâî bâzı durumlarda “senin kahramanın” benim nefretimi celb edebilir.

Dünyâ târihi ve bu arada Türk târihi, sahte kahramanlarla doludur. İndî ve maksatlı hükümlerle nice hâin, kahraman diye takdîm edilirken; nice hakikî kahraman da, ya nisyân denizine atılmış, yâhut adı “hâin”e çıkarılmıştır.

Demek ki, kahramanlık, aslâ objektif bir vâdide kazanılmıyor. Bu vâdi; yüzlerce, binlerce cadı kazanının fokur fokur kaynadığı bir Bizans lâbirenti gibidir.

Osmanlı târihini sistematik şekilde inceleme altına alanlar, Kaanûnî’nin vefâtına kadar geçen ilk 10 hükümdârın dönemini, hep pâdişâh isimlerinden hareketle araştırır ve anarken, II.Selîm ve III. Murad zamanlarını, alışılmışın dışına çıkıp, Sokollu Devri adıyla takdîm ediyorlar.

Osmanlı devlet mekânizmasını bilenler, bir sadr-ı âzamın, pâdişâh aleyhine itibârlı mevki kazanamayacağını da bilirler. Buna rağmen, Türkiye’deki târih tedrisâtında Sokollu gibi, bir de Köprülüler başlığı bulunuyor.

Kahraman ihdâs veyâ îcâd ederken, hakîkati ters-yüz göstermek, belki bir noktaya kadar fark edilmez ama, o, beklenen yatsı vakti geldiğinde, yalancıların mumlarıyla berâber, sahte kahraman balonları da âniden sönüverir.

Kahramanlarımızı yeniden ve şuûrla tanımamız, bizi tekrar millet hâline getirecektir.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -