Ana Sayfa 1998-2012 AB’nin Gerçek Yüzü

AB’nin Gerçek Yüzü

Avrupa Birliği (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) 8 Kasım 2000 öncesi ve sonrası ile 7 Aralık 2000 Nis doruğunu takip eden gelişmeler; Türkiye’nin ve Türk insanının geleceğini yakınen ilgilendiren birtakım gelişmeleri ve emrivakîleri milletçe gözden geçirmeye ve değerlendirmeye bizleri itmektedir.

- Reklam -

8 Kasım 2000 Çarşamba günü açıklanan AB’nin KOB’si ile aynı zamanda BM Genel sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs’a ilişkin bir çözüm plânı diye isimlendirilerek devreye sokulmak istenen dayatma metni; Türkiye’nin ve KKTC’nin TÜRK varlığına tahammülsüzlüğünün bir göstergesidir.

Batılı dostlar KIBRIS konusunu AB çerçevesinde eritip, sulandırıp Kıbrıs Türklerini azınlık hâline getirerek; konuyu sözde çözüme ulaştırmak istemektedirler.

Bu iki yüzlü bir davranıştır…

BM Genel Sekreteri bu emr-i vaki ile daha önceki ifadeleriyle çelişen bir tutum sergilemiştir.

Tarafsızlığını kaybetmiştir…

Cenevre ve New York görüşmeleri öncesi Türk ve Rum tarafına görüşme süresi içerisinde dayatmalardan uzak bir çözüm arayışında bulunmaları telkin edilip, baskı yapılmayacağı garantisini veren BM Genel Sekreteri Rum tezini destekleyen bir girişimde bulunmuştur.

- Reklam -

Bu girişimin zamanlamasına TÜRK MİLLETİ olarak dikkat etmeliyiz. KOB’nin açıklandığı 8 Kasım 2000 tarihinde Türkiye’de; Kıbrıs ve Ege konularının, son anda KOB’ne eklenmesinin yarattığı şaşkınlık ve tepki sürerken; BM genel sekreterinin sözde çözüm önerisini ortaya sürmesi bir tesadüf değildir.

Bu büyük oyunun bir parçasıdır…

8 Kasım yaklaşırken oyunun aktörlerinden Yunanistan sahnededir. Bilinen oyunlarını oynamaya başlamıştır.

Ege’de yapılan NATO tatbikatı sırasında Türkiye’nin uyarılarına rağmen savaş uçaklarını silâhlandırdığı, adalar üzerinden uçurmaya kalkması ve verilen tepki üzerine olay çıkararak tatbikattan çekilmesi; GKRY ile yaptığı ortak Nikiforos tatbikatındaki tahrik edici davranışları ile Yunanistan Kıbrıs meselesini yeniden gündeme taşımıştır.

Yunanistan’ın bu tahripkâr şovunun arkasındaki amaç Helsinki nihaî bildirgesi içerisinde yer almasını sağladığı Kıbrıs ve Ege sorununu bu kere de KOB’nin içine sokmaktır. Bu sistematik, sinsi ve ince hesaplara dayalı politikası ile tansiyonu yükseltip Ege tatbikatını bahane ederek Türkiye ile arasındaki bütün anlaşmaları askıya almıştır. Yunanistan ne adalar üzerinde savaş uçağı uçurtmakla, ne de Kıbrıs’taki tatbikatlarla bir ilerleme kaydedemeyeceğini çok iyi bilmektedir.

- Reklam -

“Türkiye ile aramızdaki sorunları çözemiyorum, Kıbrıs meselesi Yunanistan’ın olduğu kadar AB’nin de meselesidir. GKRY’ni madem aday ilân ettiniz bunu çözmek de artık AB’ye düşer”, diyen Yunanistan; bu oyunu tek başına tezgâhlamamaktadır.

Türkiye’yi hiçbir zaman içerisine almamaya kararlı olan, fakat kat’î olarak dışlamayıp oyalayan; ne içerde olsun, ne dışarda kalsın yeter ki kapı önünden ayrılmasın, bekleme odasında beklesin; mantığıyla hareket eden AB de bu tezgâhın içerisindedir.

Bu tezgâha BM Genel sekreteri de son girişimi ile destek vermiştir… Gerek KOB’deki KIBRIS dayatması, gerekse BM Genel Sekreterinin haddini aşan bir davranışla, eş zamanlı girişimi; KIBRIS dolaylı görüşmelerini nitelik değişikliğine uğratacaktır.

Bölgede huzur ve istikrar isteniyorsa; gerek AB, gerekse BM, Yunan yanlısı tutumlarını değiştirmelidir.

Kıbrıs, AB üyeliği için Türkiye’ye dayatılan kesin bir ön koşuldur.

Kabul edilmesi mümkün değildir!..

Kıbrıs TÜRKleri bu ve benzeri tezgâhlamalarla azınlık yapılmak istenmektedir.

Bunun da kabul edilmesi mümkün değildir!..

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs görüşmelerini zaafiyete uğratacak art niyetli girişimleri ile KIBRIS’ın, Yunan’ a takdimi kabulü imkânsız bir girişim olup; Türk tarafına “-Sizin düşüncelerinizi kaale almam” demek de BM Genel Sekreteri ve destekçilerinin hiç haddine değildir.

•••

7 Aralık 2000 Nis doruğunda bütün gayretlerimize rağmen paket değişmemiş yalnızca ambalaj değiştirilmiştir.

Nis doruğunda Türkiye için değişen bir iyileştirme söz konusu değildir. Batı ısrarcı bir şekilde önceki kararlarında direnmiş; yetkililerimiz ise bu direnmeyi birtakım kelime ve cümle ve de tercüme oyunlarıyla Türk kamuoyuna başarılı bir gelişme diye yansıtmıştır.

Fransa ve Yunanistan devlet yetkililerinin bizim namımıza AB üyeliği yolunda vaadlerle dolu başarılı bir gelişme diye değerlendirip kendi kamuoylarına göz kırpmasını görmezden gelemeyiz.

AB taraftarı birtakım medya patronlarının, köşe yazarlarının yazıları ile Batı yanlısı politikaları devamlı pompalayan yetkililerin açıklamaları maalesef inandırıcı olmaktan uzaktır.

AB karşıtı görüş ifade edenler neredeyse vatan hainliği ile Türkiye’nin gelişmesini istememekle; Atatürk’ün görüşlerine, Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkmakla suçlanır hâle getirilmek istenmektedir.

Nis doruğunda aday adayı Türkiye’ye “2010’da tekrar takvimi konuşuruz” denmiştir.

Gerek KOB’de, gerekse Nis doruğunda AB’nin istekleri arasında Kıbrıs dayatması başı çekmektedir. Özellikle Nis doruğunda Kıbrıs, Ege ve Türk-Yunan sorunları artık belgelere ve kararlara geçmiş, neticede AB taraf olmuştur.

AB’nin gerçek yüzü bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Mevcut tek yanlı bu yapı içinde AB elini taşın altına koymadan kazanan taraftır.

AB, Türkiye’ye 1995’te birinci düğümü; 1999 Helsinki’de ikinci düğümü atmış, Türkiye AB’nin emir ve yönetimi altına girmiştir. Şimdi kördüğüm olan bu durumu 2010, 2020 ve daha ötelere uzatabilmek amacıyla kapı önünde bekletilen Türkiye; bekletildikçe AB kazanacaktır.

Kolay mı, şimdilik yılda 10 milyor dolarlık bir ticaret kazancı var. Yatırım için sermaye Çek Cumhuriyetine, Macaristan’a gidecek, ama Türkiye’ye gelmeyecektir…

•••

Bütün bu ifadelerden sonra Türkiye’nin, AB’ne kabul edileceğini söyleyen safdiller; Türkiye bütünlüğüne, üniter yapısına hassas, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini üstlenmiş Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin bu konudaki ikazlarını, uyarılarını da polemik konusu yapma gayretine düşmüşlerdir.

Belli bir kesim; “Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni AB’ne, Türkiye’nin gelişmesine karşıymış, demokratik teamüllere riayet etmiyormuş” gibi gösterirken; bir diğer kesim de “Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin AB’ni kayıtsız, şartsız desteklediği intibaı uyandıracak ifadelerle, değerlendirmelerle” beşinci kol faaliyetini yürütmüştür.

Türk insanının en güvendiği, yıpranmamış, her halükârda yıpratılmaması gereken bir kurum olan Türk Silâhlı Kuvvetleri maalesef yıpratılmak istenmektedir…

Peygamber Ocağı olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni yıpratma girişimleri kabul edilemez ve de buna kimsenin gücü yetmez.

Bu yanlış tartışma konusuna bir açıklık getirmek gerekmektedir.

Net bir şekilde ifade edilebilir ki; Türk Ordusu AB’ne karşı değildir. Muasır medeniyeti benimsemiş, her türlü yeniliğe açık bir kurum olarak Türk Ordusu AB’nin millî çıkarlarımızla taban tabana zıt dayatmalarına karşıdır!..

•••

Birtakım sermaye ve dini siyasete âlet eden çevreler ile bazı siyasîler, bazı liberaller “enteresan bir ittifak” içersinde AB lobisini oluşturmuşlardır. Bu lobi AB ile tam bir ittifak hâlindedir. Türkiye’yi içine almadan kendi güdümünde tutmak isteyen AB bu ittifakı desteklemektedir.

Bu lobinin son gayretleri arasında AB’nin askerî kıskacını Türkiye’nin sırtına geçirmek gayretiyle ifade ettiği önerilere dikkat ediniz.

“-Ziyanı yok, AB Türkiye’yi AB Savunma Sistemi (AGSK) içine almasa bile; Türk Silâhlı Kuvvetleri, AGSK ile bütünleşsin.” Kısaca Türk askeri AB’ne tek yanlı bağlansın.

1995 yılında “-Türkiye Gümrük Birliği ile AB’ne tek yanlı bağlansın yeter ki, AB’nin dışında kalmasın;” diyenlerin ve bunu siyasîlere benimsetenlerin bugün, bu gayretleri Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni de AB’e tek yanlı bağlamak şeklinde özetlenebilir.

Mesele insan hakları, hukuk, ekonomi değildir. Mesele Türkiye’yi AB güdümüne sokup, sokmama meselesidir.

Kısaca egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olup-olmadığı veya olmayacağı meselesidir!..

Özellikle ve de kasıtlı olarak medyada: “sanki AB Türkiye’yi içine alacakmış da asker buna karşı çıkıyormuş” gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılıyor.

•••

TÜRK gibi düşünmek; TÜRK gibi yaşamak; TÜRK’lüğünü hissetmek, hissedebilmek; kısaca TÜRK olmak, olabilmek kolay değildir.

Bunun için bir bedel ödemek gerekir.

Soyözürlülerin kolay kolay anlayamadıkları bu bedeli TÜRK MİLLETİ ödemiştir.

TÜRKlüğün zirvelerine yılan gibi sürünerek tırmanmak isteyenler çok iyi bilmelidir ki; O zirveler, virâneleri mekân edinmiş baykuşların yaşadığı bir mekân değildir.

O zirvelerde özgürlüğün sembolü Kartalların kanat sesleri ve Bozkurtların haykırışları yankılanır.

Ve bu mekân TÜRK’e kefen biçmeye niyetlilere ancak mezar olabilir.

Bu millete bedel ödetmekle kendilerini yükümlü sayan zavallılar iyi bilsinler ki esaret zincirlerini kırma alışkanlığındaki TÜRK MİLLETİ yeni bedeller ödemeyi kabullenemez.

DİL BİR, BAYRAK BİR, MİLLET BİR, VATAN BİR’DİR.

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR!..

12 YILDIZ MI, 12 HAVARİ Mİ?

AB’nin sembolü mavi zemin üzerine 12 yıldızlı bir bayraktır. Kuruluş aşamasında 9 kurucu devlet olduğu hâlde bayraktaki yıldız sayısı 12 idi; AB’nin üye devlet sayısı 15 olduğu zaman da bu sayı 12’de kaldı. Üye devlet sayısı daha fazla da olsa gene mavi zemin üzerindeki yıldız sayısı 12’de kalacaktır.

Çünkü bu 12 yıldız birliğe üye devlet sayısını değil, Hristiyanlığın yayılmasında gayretleri olan 12 havariyi temsil etmektedir. Kısaca AB bir Hristiyan topluluğu, bir Hristiyan kulübüdür.

Bu ifade ve yakıştırmalar bize ait değildir. Bu birliğin kurucu üyeleri olan devletlerin, her biri sıradan kişi olmayan devlet adamlarının ifadeleridir…

AB dönem başkanlığı yapan Jacques Delors’un “-AB bir Hristiyan kulübüdür” diye kat’i hüküm ifade eden sözleri unutulamaz!..

Eski Alman Başbakanı Helmuth Schmidt’in Die Zeit gazetesinde çıkan makalesinde özetle “Türkiye’nin AB’ne üyeliğinin, birliğin yapısını bozucu bir etkisi olacağı” ileri sürülerek; Türkler için, hakaretamiz sözlerle “-Türkiye’ye olsa olsa AB ile özel ilişki içinde bir ülke statüsü verilebilir” anlamındaki sözleri de unutulamaz!..

2000 yılının son günü Helmuth Schmidt’in Berliner Tagessipiegel gazetesine 2000 yılı ile ilgili yaptığı yorumda; Nis Doruğu neticelerini değerlendirirken, Türkiye ile ilgili rencide edici ifadelerle “-Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık statüsü verilmesinin büyük hata olduğunun” altı çizilerek; “1919 Paris anlaşmalarında Kürtlerin devlet olmasına izin verilmemesi büyük bir yanlış olmuştur” ifadesi ile gönlünden geçenleri ifade etmesi de unutulamaz!..

Hele otuz bin insanımızın canına mâlolan Güneydoğumuzdaki olayların gerisinde yatan bu düşüncenin suçüstü yakalanışı bu sistematik düşünce sıralamasında hiç unutulamaz!..

KÜRTÇE YAYIN PKK’NIN BİR OYUNUDUR

Aralık 2000 ayı başlarında bir Kürtçe TV yayın, eğitim yaygarası koparıldı. Sinirler gerildi, tansiyon yükseldi. Direnç ve tepki noktalarını tesbit etme, tepkinin şiddetini ölçme, kamuoyunu zamanla alıştırma gayretleri bu beşinci kol faaliyeti içerisinde kendini gösterdi.

Ve hemen cevabını aldı.

Genelkurmayın “2000 Yılı İç Güvenlik Harekâtı Değerlendirmesi” başlıklı çalışmasında Kürtçe TV yi savunanlara “-Kürtçe yayın PKK oyunudur” cevabı kararlılıkla verildi. Bu cevapla Türk Silâhlı Kuvvetleri etnik kimlik, ana dilde eğitim, radyo/TV yayını ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi sloganların PKK tarafından ayrılıkçı faaliyetlerde kullanılan ikna temaları olduğu belirtilerek; PKK’nın siyasallaşma çabaları dahil yeni stratejisine karşı da yeni mücadele tarzının gerekli olduğu belirtildi.

PKK’nın Türkiye’nin AB adaylık sürecinden “cesaret aldığına” dikkat çeken Genelkurmay ayrıca AB’ne de net mesajlar gönderdi.

AB ülkelerinin terör örgütüne geçmişteki desteklerinin PKK’nın varlığındaki en önemli sebeplerden biri olduğunu bildirerek bu mesajla: “PKK’nın siyasallaşmasının aslında etnik milliyetçilik temeline dayalı, siyasî ayrılıkçı bir hareketin yaratılma ve geliştirilme çabaları” olduğu kaydedildi.

Özellikle AB komisyonu Türkiye masası şefi Alain Servantie’nin PKK’nın sözde başkanlık konseyine yazdığı resmî başlıklı mektuba da atıfta bulunuldu. Değerlendirmede “2000 yılında yaşanan bazı olaylar ve hattâ bazı AB birimlerinin terör örgütünü muhatap alabilecek kadar ileri gitmiş olması, kamuoyunda terör örgütüne geçmişte bazı ülkelerce verilen desteğin hâlen devam etmekte olduğu kuşkularının doğmasına neden olmuştur” denildi.

Bazı siyasîlerin vurdumduymaz tavırlarının sergilendiği, tepki yerine durumu ve gelişmeleri kabullenme gayretleri; IMF’ye tam teslim olduğumuz, hem de IMF’li Michael Deppler, Carlo Cotarelli’nin bizimle dalga geçtiği şu sıralarda; hele Alain Servantie’nin mektubu hakkında AB yetkililerinden bir özür veya tepkilerimize cevap dahi verilmezken; birtakım lobi taraftarlarının konuyu yumuşatma girişimleri ibretle izlendi.

“Alain Servantie’nin eşinin Türk olduğu, çocuklarına Türk ismi koyduğu, kendisinin büyük Türk dostu olduğu, Yunanlıların O’na Türk casusu dedikleri öne sürülerek; böyle bir şey yapmasının mümkün olmayacağı ifadeleri ile avukatlığa soyunan kraldan çok kralcıların bulunduğu ortamda” Türk Silâhlı Kuvvetlerinin duyarlı tepkisine milletçe müteşekkiriz…

BU DA MI KOMPLO TEORİSİ?

Ermeni meselesinde 2000 yılı içerisinde başlayan ataklar devam etmektedir. ABD senatosunda görüşülmesi ve karar verilmesi şimdilik ertelenen ve erteleniş şekli itibarıyla ABD başkanı Clinton’un mektubundaki ifadelerin bile (sözde Ermeni soykırımından yana, Türkiye Cumhuriyeti’ni rencide edecek, Atatürk’ü suçlayan ifadeler) özenle seçildiğine bakarsak; önümüzdeki günlerde bu konunun ABD senatosunda tekrar ısıtılacağı anlaşılmaktadır.

Vatikan’ın açıklaması; İtalya hükûmetinin, son olarak Fransız parlamentosunun terbiye sınırlarını aşan kararından sonra; İngilizlerin, milyonlarca Yahudi’yi katleden Almanya’nın, hattâ henüz sesi çıkmayan İspanya’nın da sözde Ermeni soykırımı konusunda kervana katılacağı anlaşılmaktadır.

Konu 24 Nisan 2001 tarihine kadar tırmandırılacaktır. Hattâ BM’lere taşınması ve birtakım bağlayıcı kararlar çıkartılması dahi bu gayretlerin arasında yer alacaktır.

24 Nisan 2001 tarihi, Ermeni kilisesinin 1700. yılı olması hasebiyle; yapılacak kutlamalarda bu sözde soykırım ve birtakım taleplerin karşılanmasını sağlamak Ermeniler açısından önem taşımaktadır.

Gaflet uykusundaki yetkililerin bu konulardaki duyarlılığa hâlâ komplo teorileri, safsata, evham deyişlerini acı bir tebessümle karşılıyoruz.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -