Ana Sayfa 1998-2012 AB Kriterleri Sevr'den Daha Tehlikeli

AB Kriterleri Sevr’den Daha Tehlikeli

Avrupa Birliği’nin kendisi dışarıdan, muhipleri de içeriden Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine saldırmaya, onu sarsmaya devam ediyor.

- Reklam -

Bir yandan Kopenhag kriterleri denen ve Türk milletinin bağımsızlığı konusunda Sevr’den daha tehlikeli gördüğümüz, büyük bir coşkuyla imzalanan belgedeki dayatmalara devam edilirken; bir yandan da yeni yeni icraat ve icraat plânlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin haritadan silinmesi, Avrupa’nın yüzyıllardır ülkü edindiği, Türklerin geldikleri yer alan Orta Asya steplerine sürülmesi dâvâsı devam ettirilmektedir.

İçerideki iş birlikçilerin, Avrupa Birliği karşıtlarının birtakım endişelerini ‘paranoya’ olarak adlandırmalarına artık alıştık. Toprak bütünlüğünün bozulması, etnik azınlıklara toprak verilmesi, Kıbrıs’ın Rumlara terk edilmesi gibi hassas konular, onlara göre hep ‘paranoya’ idi. Böyle tehlikeler söz konusu bile olamazdı. AB, bizden bir şey istiyorsa, onu kötülüğümüz için istemez, “adam olalım” diye isterdi.

Madem adam olacaktık, ne önemi vardı Kıbrıs’ın, millî bütünlüğün, millî devletin, bağımsızlığın? Orkun’un şubat sayısında da yer bulan AB muhiplerinin yüzsüzlüğü, konunun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor. Ama muhip teşkilâtı öyle bir sistemle çalışıyor ki, AB’nin ne yapmaya çalıştığını söyleyenler hasta ruhlu, gerici kişiler olarak da mgalanıveriyor.

- Reklam -

Şimdi AB’nin ısrarla üzerinde durduğu birkaç ‘paranoya’mıza değinelim:

Kıbrıs

- Reklam -

Kıbrıs konusunu önce, çok yemekten düşünmeye fırsat bulamayan, bu yüzden bol bol saçmalamalarıyla mâruf, patronlar ortaya attı. Dediler ki: “Kıbrıs, AB yolunda bir engeldir. Biz AB yolunda engel tanımayız”. Yani, Kıbrıs bir ayak bağıdır, verelim kurtulalım.

Bunun arkası nedir? “Kürtlerin yaşadığı bölgeler Kürtlerin, Ermenilerin yaşadığı bölgeler Ermenilerin olsun” değil midir?

Kaldı ki, Kıbrıs niye çok uzak bir yer, üvey evlât gibi değerlendiriliyor? Türkler için, Ankara’yı, İstanbul’u, Van’ı, Muş’u vs. almak veya korumak için yapılacak savaş neyse, Kıbrıs için yapılacak savaş da odur.

Türkiye’de Kuzey Kıbrıs’ta Avrupa Birliği saflarında dövüşenler, sayın Rauf Denktaş’a dil uzatmaya kadar vardılar. Hızlarını alamadılar, Kıbrıs’ta Türk bayrağını indirmek üzere göndere tırmanan Rum’a ateş açtıran sayın Kundakçı’ya hesap sormaya kalktılar.

Biz bu oyunları daha önceden biliyoruz. Nereden mi? Güneydoğu’dan! O zaman da bunlar demediler mi: “İnsan hakları ihlâl ediliyor, yargısız infaz yapılıyor” diye? Sen dağa çıkıp Türk askerine, Türk polisine, hattâ sivil vatandaşlara ateş açacaksın, sana ateş açılınca bunun adı “katliâm” veya “yargısız infaz” olacak.

AB Karşıtı Tek Parti İşçi Partisi mi?

Şubat ayı içerisinde İşçi Partisi çeşitli faaliyetlerle AB karşıtı tepkisini ortaya koydu. Ankara’daki AB büyükelçiliği önündeki gösteride İP genel başkan yardımcısı, “Karen Fogg, sen kim oluyorsun?” diye haykırdı. Tebrik ediyoruz. Çünkü biz Türkçüler, Türkiye’nin bağımsızlığı için çalışan herkesin yanındayız. Başka konularda fikirlerimiz uyuşmayabilir ama madem bu konuda uyuşuyor, neden bunu belirtmeyelim?

Şeriatçısından, “merkez sağcısına”, sosyalistinden “değişimci-dincisine” kadar, hattâ milliyetçi olduğunu iddia edenlere kadar bütün siyasî partiler AB lehine, onun istek ve çıkarlarına göre siyaset yaparken tek “çatlak ses” İşçi Partisi olmuştur.

(Doğu Perinçek’in, Karen Fogg’un elektronik postalarını açıklaması konusuna, bu bilgilerin henüz netlik kazanmaması sebebiyle değinmiyoruz.)

Biz, İşçi Partili gençlerden önce, milliyetçi partilerin gençlik kollarından veya milliyetçi gençlerin temelini oluşturduğu derneklerden bu çeşit bir tepki beklerdik. Olmadı.

Bundan sonra da milliyetçi olduğunu söyleyen partiler aynı doğrultuda siyasete devam ederse, alacakları oyu hesaplarken Türkçüleri hesaba katmasınlar. Türkçüler, AB’ye hizmet edenleri değil, Türk milletine hizmet edenleri yönetici olarak görmek istiyor.

Uyum Yasaları

Üzerinde uzun süre konuşulan, yine AB güdümlü, anayasaya uyum yasaları üzerine birkaç söz söylemeden geçemeyeceğiz. Avrupa, silâh satarak teşvik ettiği örgütün silâhlı mücadelesinin başarısız olduğunu görünce, siyasî mücadelesine zemin hazırlama yoluna gitti. Bu doğrultuda, Türkiye’den bazı yasaların değişmesini istedi. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra devamlı “ricat” politikaları izleyen hükûmetlerin sonuncusu da itiraz bile etmeden bunu kabul etti. Hükûmet ortaklarından biri az bir direnme gösterdiyse de “kamuoyunun özgürlük isteği” galip geldi ve Türk devletine, ordusuna hattâ Türk milletine sövmek rahat hâle getirildi.

Hainlerin kamuoyunun fikirlerini etkilemede ne denli başarılı oldukları, bunun için de bulundukları zemini ne kadar iyi değerlendirdikleri ortadadır.

Şimdi de yazımızın başında değindiğimiz bir konuya dönelim: AB kriterleri Sevr’den daha tehlikelidir. Çünkü Sevr imzalandığında, ülkedeki sömüge ruhlu Sevrciler bu kadar güçlü değildi; çünkü Sevr imzalandığında onu yıkacak millî ruh hükûmetlerce bu şekilde tahrip edilmemişti; çünkü Sevr imzalandığında ülkede Mustafa Kemal ve askerleri vardı. Şimdi ise, basın ve siyaset, ruhunu AB’ye satmıştır; ufukta da Sevrcilere bağımsızlığın masa başında alınıp verilemeyeceğini, savaş meydanında kazanılacağını gösteren Atatürk gibi birileri görünmemektedir.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -