Atsız’ın Bilinmeyen Yazısı – Şerefli (!) Basın

Zayıf şahsiyetli insanlar, erişemediği üzüme ham diyen tilki gibi, kendilerinde bulunmayana sahip olanın bedava düşmanıdır. Cahil, bilgilinin hasmıdır, ilmine bir şey söyliyemediği için onu, meselâ satılmışlıkla suçlandırır. Zayıf, kuvvetliden nefret eder. Bu nefretini, meselâ, kuvvetin hayvani bir vasıf olmasıyla ileri sürer. Veremlinin sıhhatliye karşı gayzı tıp kitaplarına da geçmiştir. Fahişeden doğan çocuk, bu aşağılık duygusunu namuslu kadınların iffetine dil uzatmakla tatmine çalışır. Avamdan gelip baş mevkiye geçen insan, asillere harekette bir teselli bulur, (Napolyon gibi).

Bunun gibi, zoru gördüğü zaman yalvaran, tarziye veren, sözünü geri alan insan da ömrü boyunca eğilmemişlere karşı duyduğu hınçla kendi zavallılığını örtbas etmeğe çabalar.

Bediî Faik’ten bahsetmek istiyorum : 18 Şubat tarihli Dünya’da Alparslan Türkeş aleyhindeki karalamasına beni de karıştırarak hiçbir lüzum olmadığı halde işi 1944 yılına ve Irkçılık-Turancılık dâvasına kadar götüren bu yazıcı, Türkeş’e ve bana hayalî bir takım beyanlar verdirerek umumî efkâra bizi maceracılar gibi tanıtmak ve şahıslarımızda Türkçülüğü kötülemek istiyor. Türkeş için söyledikleri hakkında konuşmak bana düşmez. Ben ancak benim için söylediklerine cevap veriyorum.

Bediî Faik deyince, tabiî akla derhal Mükerrem Sarol geliyor ve hafızalar bu devrimbaz gazetecinin Mükerrem Sarol’a da yazıyla hakaret ettiği için tevkif edildiğini, fakat kendisinde yürek Selanik olmak dolayısıyla Mükerrem Sarol’a yalvarıp yakararak ve tarziye vererek onun tarafından affolunmak suretiyle hapisten kurtulduğunu hatırlıyor. Hiç şüphesiz, metin insanların asla kabul edemiyeceği bu hâdise bir insanın daima başına kalkılırsa ve o insanda hak duygusu yerine isterik bir kin hâkim olursa, haksız olarak hapislerde yattığı halde eğilmeyen insanlara karşı bir aşağılık duygusu duyacak ve şuur altında yaşayıp onun vicdanını daima tırmalayan bu duygu, onu işte böyle yeniden haksız hücumlara sürükleyecektir.

Bediî Faik’in bu saldırışı kendi teşebbüsü ile yaptığına ihtimal vermiyorum. 1944’teki Irkçılık – Turancılık dâvasının dosyasından metinler verdiğine göre buna imkân yoktur. Çünkü 1944’te Sıkı Yönetim Mahkemelerinde görülen bu dâvanın dosyası da şimdi Adliye mahzeninde mahfuzdur ve dâvanın taraflarından biri olmayan Bediî Faik için o dosyanın görülerek parçalar nakledilmesi mümkün değildir. Demek ki Türkçülük aleyhinde halâ işleyen bir şebeke, Türkçülerin şahsında Türkçülüğü vurmak için gayrîkammî ve usulsüz teşebbüslere başvurmaktan çekinmemekte ve hırsla kıvrandığını bildiği Bediî Faik gibi gazetecileri buna âlet etmektedir.

Bunu böylece belirttikten sonra basın ahlâk yasasına uyduğunu ilân eden ve gazete adının altına «Hep bu vatan, hep bu halk için» diye pek büyük sözler koyan Dünya yazıcısının uydurmalarına geçiyorum:

1944’te benim peşime takılanlar, Naziler safında savaşa girmek için memleketi ele geçirme hülyasında imiş. Peşime takılanlar böyle düşününce benim de aynı fikri taşımamdan tabiî ne olabilir? Şimdi soruyorum: Basın ahlâk yasası, bu vatan için, bu millet için, teraneleriyle bu iftiralar bağdaşabiliyor mu? Ahlâk yasası için mademki söz verdin, sözün şeref olduğunu bilerek vatandaşlar için yazacağın iddialı yazılarda kılı kırk yaracak, yanlıştan çekinip korkacaksın. Tabiî bu sözüm şerefe gerçek mânasını verenler içindir. Şeref nedir sorusuna «millî takımın sağiçi» diyenler için değil… Benim ve bana uyanların naziler safında savaşmak üzere hükümeti ele geçirmek istediğimiz yavesine, kafatasının içinde herhangi bir primat kadar zekâ bulunanların inanmıyacağı tabiîdir. Nitekim 1944’te birçok ahlâksızların, devşirmelerin, dönmelerin ve komünistlerin kışkırtması üzerine Millet Meclisini devirmek iddiasıyla mahkemeye verildiğimiz zaman dahi buna budalalardan başka kimse inanmamıştı. Hattâ o zamanki şerefli (!) basının yaygaralarına rağmen, hazırlık tahkikatında bile bu değil de, hükümeti tahkir vesaire ileri sürülebilmişti. Neticede hepimiz beraat ettiğimiz gibi mahkeme Irkçılık ve Turancılığın suç olmadığına karar verdi. Zaten millî şeref ve şahsî izzetinefs sahipleri için, Irkçılık ve Turancılığı suç saymak, aile hayatında iffeti suç saymak kadar saçma ve gülünç olurdu.

O dâvanın 23 sanığından bugün 21 i hayatta ve 20 si yurttadır, Bu insanlar hayatta iken bana ve diğerlerine söylemediğimiz sözleri isnad etmek, şerefli (!) basınımızın şeref vazifesinde berdevam olduğunu gösterse gerektir.

Bir de bu cevap dolayısıyla hakkımdaki bir fikrini düzelterek Bediî Faik’e bir ders vermek istiyorum; derse ihtiyacı var: Benim, Türk edebiyatında bir salyangoz kadar bile iz bırakmıyacağımı söylüyor. Hattâ belki o kadar bile değil de hiçbir iz bırakmıyacağım. Ancak, bunu tayin edecek olanlar Bediî Faik gibi Üniversiteyi bitiremeyenler değil, edebiyat tarihçileri ve hepsinin üstünde de zamandır. Zamanla herkes unutulacak ve meselâ milâdın 5.000 inci yılında, bugün pek büyük gözüken insanların adı ancak ansiklopedilerde 3-4 satırlık yer tutacaktır. Fakat benim 21 inci yüzyıla varmadan unutulmam, benimsediğim Türkçülük fikrine asla gölge düşürmez. Türkçülük ülküsü Irkçılığı ile, Turancılığı ve, militarizmi ile yaşıyacak, bu muhakkak… Yine şu da muhakkak ki edebiyatta hiç hatırlanmamak, basın tarihinde baykuş gibi ebediyen hatırlanmaktan çok şereflidir.

Hüseyin Nihâl ATSIZ, Milli Yol Dergisi, 6. Sayı